31 Aralık 2017 Pazar

Mutlu yıllar!


Herkese sağlıklı, bolluk, bereket dolu yıllar...

2018'de daha çok spor yapmak, daha çok para, daha çok seyahat etmek, daha çok hayatın tadını çıkarmak, daha çok okumak, doktora tezimi bitirmek ve mesleki yazılar yazdığım buna ilaveten daha profesyonelce bir blog yazmak istiyorum. Hatta orada yazıları İngilizce yazmak istiyorum, bunu yapmak için de mesleki ilerlemeyi hızlandırmak gerekiyor. 2018'de bunun gerçekleşmesini de diliyor, başarı ve mutluluğumuzu arttırdığımız bir yıl diliyorum. Sevgiler...

29 Aralık 2017 Cuma

Gooogoook Blog'unun Yeniyıl çekilişini kazandım! :)

Blogumu ilk açtığım zamanlardan beri birbirimizin blogunu takip ediyoruz Handan Hanım'la. Birbirimizin yazılarıyla, bu yazılara yaptığımız yorumlarla tanıştık, samimiyetimiz arttı. Her yıl yeniyıl çekilişine katılırım, bu sene şansım yaver gitti ve bana çıktı!


Çekiliş Şebnem Özkan'ın Yükseliş Gönlün Şifası kitabı içindi. Ayrıca yanında neler geldi neler... 
Nivea krem, Adidas parfüm, Eskişehir'in meşhur Met helvası ve sıcacık dileklerle bezenmiş bir yeniyıl kartı!

İnsan mutlu edilince mutluluğu paylaşmak ve mutlu etmek istiyor. Blogumun takipçi sayısı fazla sayılmaz ama ben de blogumun 3. yaş gününde bir çekiliş yapmaya karar verdim :) Bununla ilgili yazı yılbaşından hemen sonra gelecek.  

Eski yazılarıma baktım da 2015'te yeniyıl gelirken seyahat etmek için daha çok zaman ve para istemişim, 2016 sonunda ise herzamanki sağlık, mutluluk dilekleri... 2015 sonundaki dileklerim bu sene gerçekleşti. Bildiğiniz gibi 2 ay yurtdışındaydım ve bol bol gezdim. Bu beni "amaaan yeniyıl eskiyıl ne farkeder, sadece 31 Aralık'tan sonra gelen gün, birşey değişmiyor" deme uyuşukluğundan kurtardı. Dolayısıyla yeniyıla yeni kararlarla başlayacağım. Bu kararları da burada paylaşırım sanırım, sadece istek sayısını arttırmak için düşünüyorum :) Umarım isteklerini düşünmeyenler için de ikna edici olmuşumdur.

Yeni yılınız şanslı, sağlıklı, neşeli geçsin! Ayrıca çok daha fazla iyi şeyler gerçekleşsin...

24 Aralık 2017 Pazar

Yazılı Kanyon Tabiat Parkı

Herkese iyi pazarlar! Birkaç hafta önce yerel bir turla Isparta civarını gezdim. Yazılı kanyon, Kovada ve Eğirdir gölü ve Isparta merkezde yöreyi keşfetmek için molalar verdik. Ben bu yazımda daha çok Yazılı Kanyon'un üzerinde durmak istiyorum çünkü daha önce görmediğim sadece orasıydı ve çok güzeldi. 

Sabah erkenden yola çıktıktan sonra Karacaören baraj gölü'nde kahvaltı molası verdik. Bize açık büfe olacak şeklinde söylenmişti ama gittiğimizde tabaklarımıza kahvaltılıklar konulmuş halde bulduk. Ben normalde kahvaltılı etkinliklerde bile birşeyler atıştırıp çıkarım ama bu sefer atıştırmamıştım dolayısıyla kurt gibi açtım, tahmin edebileceğiniz üzere tabağı silip süpürdüm :))). Görüntüye çok aşina olduğum için baraj gölüne göz atma zahmetine bile girmeden minibüse bindim ve Isparta Sütçüler mevkiindeki Yazılı Kanyon'a doğru yol aldık.

Oraya vardığımızda doğanın sakladığı bir cennet köşesi bizim onu keşfetmemizi bekliyordu...








Kanyon içinde attığımız minik turumuzun sonuna yaklaşırken buraya neden yazılı kanyon denildiğini keşfettim. Tarih öncesi yazılar vardı kayalarda ayrıca bir kısmı dilimize çevrilmişti. Genellikle bu yazıları görür ne yazdığını bilmeden bakıp geçeriz, içeriğini öğrenebildiğim için kendimi şanslı hissettim.







Milli parktaki gezimizin tamamlanması ardından ve çekilen selfinin sonrasında orada bulunan bir kır kahvesinde keyif yaptım.



Daha sonra Kovada Gölü'ne geçtik, çevresinde minik bir tur attık. Daha önceki yıllarda buraya yürüyüş için gelmiş, etraflıca gezmiştim. O zaman çektiğim fotoğraflarla birlikte orayı ayrı bir yazı konusu yapayım. Oradan Eğirdir Gölü'ne gittik, öğlen olmuştu ve bir restoranda oturup, tur rehberi tarafından önceden siparişi verilen göl levreği, çorba, salata ve tatlıdan oluşan bir menü ile iyice doyduk. Bana göre güzeldi ama gruptaki memnuniyetsiz bir bayan kötü olduğuna inandı ve çevresindeki herkesin O'nu onaylamasını bekledi. Yürüyüş yapıyorum ama nadiren tura katılıyorum, onda da sohbet etmek varken yediğimiz yemeğin ne kadar kötü olduğu şikayetini dinlemek istemiyor insan. Sonunda dayanamayıp kadına tatlı su balığından daha fazlasını beklememesi gerektiğini söyleyip susturdum ve başka konular açtım :)

Oradan Süleyman Demirel'in mezarına ardından da müzesine götürdüler. Bütün o aldığı hediyeler, ödüller, gazete yazıları vs ile dolu müze ilgimi çekmedi açıkçası. 

Isparta merkeze gittiğimizde de yarım saat boş zamanımız vardı. Gezerken anneme gül suyu, reçeli ve lokumu aldım, gönlünü yapmak istiyordum çünkü bir gün önce tartışmıştık ve o gün de evden O uyanmadan ayrılmıştım. Gittiğim her pazar gezisinden ufak da olsa bir hatıra getirmek adetim oldu zaten. 

Sevgi dolu, sıcacık bir pazar günü dilerim. Sevgiler

17 Aralık 2017 Pazar

Sis ve Öfke Sarayı - Sarah J. Maas

Merhaba :) Uzun zamandır kitap yorumu yazmamıştım bloguma, okuması uzun sürse de bitirmek istediğim (kimisi yarıda kalabiliyor) güzellikte bir kitapla karşınızdayım. Hatırlarsanız bu kitabı Bratislava'da okumak için almıştım ve bana orada çok güzel zaman geçirtti, çok doğru bir tercih yapmışım. Döndüğümde az bir kısmı kalmıştı, onu da geçenlerde bitirdim.


Evimizdeki yılbaşı konseptiyle poz verdik kitabımla, yılbaşı hediyesi olarak da sevdiğiniz birine gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. 2016 Goodreads en iyi genç yetişkin fantastik ve bilim kurgu ödülü almış bir kitap. 

Serinin ikinci kitabı, ancak ilk kitabı okumadan da sizi sarmalayan bir kitap, ilk kitabından da daha güzelmiş. Burada tamamen kurgulanmış bir  dünya yaratmış yazar, kahramanımız bu dünyaya insan olarak gelmiş ama başına türlü felaketlerden sonra, ölüyor ve bir ulu peri olarak diriltilip hayatına devam etme şansı yakalıyor. Savaşta esir alınıp türlü çileler çekmiş ve bunlar ilk kitabın konusu sanırım, bu kitap kurtulduktan sonraki barışçıl ama gergin dönemi anlatıyor. Cesaret, aşk, macera ve biraz büyü hep var kitapta. Aşk açısından çok süpriz gelişmeler oluyor, kitabın başlarında kahramanımızın hayatı alt üst oluyor diyebilirim. Sonrasında yeni hayatını tanıma ve benimseme serüveni başlıyor, derken yeni bir savaş başlangıcı sinyalleri veriliyor. Heyecan hiç bitmiyor.

Kitabı anlatmak istemiyorum çünkü bence herkes alıp okumalı, bu zevki tatmalı. Dili çok güzel bazı cümlelere hayran kalıp birkaç kere okudum. 

Mutlu, renkli pazarlar...  Sevgiler.

11 Aralık 2017 Pazartesi

Ezgissimo'nun yeniyıl çekilişi











Herkese merhaba! 

Ezgi blogunda yeniyıl çekilişi düzenlemiş ve kendi hazırladığı harika hediyeleri var. Katılım şartlarını gerçekleştirmek de çok kolay üstelik. Ben katıldım, sizlerin de ilgisini çekerse... 




Sevgiler

26 Kasım 2017 Pazar

Noel ruhu her yerde :)

Merhabalar :) Dönmeme birkaç gün kala burada noel kutlamalarına yetişmem ne güzel bir şans değil mi!:) Cuma günü okuldan çıkıp şehir meydanına gittiğimde, kocaman bir noel pazarı ve çocuk korosu konseri vardı :)

 

Çocuklu aileler, arkadaş grupları, çiftler meydanı tıklım tıklım doldurmuştu. Satıcı kulübelerinde yemekler, sıcak şarap ve sıcak punch satılıyordu en çok. Diğerlerinde ise hediyelik kurabiyeler, çikolatalar, magnetler, takılar, ahşap eşyalar, neler neler... Kendimi aile sıcaklığında hissettiğim bir akşam oldu, herkes neşe içerisindeydi, çoğu selam verip gülümsüyordu.





Cumartesi gündüz de gidip erikli punch, sıcak şarap ve bir de noel punch'ı (ardarda değil :D) içip öğledensonra yurda çakırkeyif döndüm. Ayrıca burada birşeyler yemek istedim ve ızgara tavuk sandviç için sıra bekledim. Yurda döndükten bir süre sonra midem biraz rahatsızlandı, sanırım herşeyi fazlasıyla karıştırmıştım :) 

O gün birkaç fotoğraf daha çektim, özellikle meydanda süslenen çam ağacını, hiç bu kadar büyük bir noel ağacı görmemiştim!



Dün buradan götüreceğim hediyeleri almak için şehrin farklı yerlerinde çok dolandım. O yüzden bugün sadece dinlenmek istiyorum, yurtta sıcacık odamdayım.

Kahvaltı ve öğle yemeği için de dünden alışverişimi yapmıştım, ara ara da çay demleyip içiyorum... Tam pazar gününe yakışır bir keyif günü anlayacağınız ;) Keyifli, huzurlu pazarlar...

22 Kasım 2017 Çarşamba

Hiç bu kadar güzel bir yer görmemiştim: Prag 3

Akşam hostelimize yakın bir Çek restoranında yemek yedik. Oraya özgü yemekler ısmarladık ve çok memnun kaldık. Gittiğiniz yerde yemekleri beğenmeyebilirsiniz ama oraya has iyi bir restoranına gittiğinizde yemekleri çok lezzetli yaptıklarını göreceksiniz. Tabi ortalamanın üzerinde bir fiyat ödemeye razıysanız.

Akşam hostele gelip yatağa yattığımda tatlı bir yorgunluk ve huzur hissettim (nihayet) :) Aklımın bir tarafı da şehir meydanında kalmıştı, herkes ne kadar da güzel eğleniyordu. Annemi hostelde bırakıp gitsem mi diye düşünmedim değil... Ancak pasaja yanlız girmek istemedim. 

Gece gidemedim ama sabah erkenden check out yapıp tekrar astronomik saati görmeye gittik. Güzelce incelemem lazımdı benim o saati. Çok nadir bir durumunda, başında bizden başka kimse yokken, bol bol izleyip fotoğraf çektim. 


Burayı daha önce ziyaret etmiş olan arkadaşım bana saatin hikayesini kısaca anlattı. 16.yy da sanırım, bu saati yapan usta benzerini yapmasın diye o dönemin kralı gözlerini oydurmuş ve usta da bu yüzden saati bozmuş. Öyle bir bozmuş ki 100 yıl tamir edilememiş.




Önceki akşam meydandan dönerken hediyelik eşyacılardan birinde Türk kahvesi fincanına benzer (muhtemelen espresso fincanı) ikili takım görüp çok beğenmiştim. Gece acelemiz olduğu için, sabah tekrar bakarım diye düşünmüştüm. Sabah iki kere o yolu gidip gelmemize rağmen o fincanların olduğu dükkanı bulamadım :( Çok benzerlerinin olduğu başka bir mağazadan aldım artık.

Buralarda festival çarşısı gibi bir alan da vardı. Bol bol Prag magnetleri aldık, bir de bu güzelliklere gözüm takıldı. Yıkayamayacağım için alamadım...



Bayağı bir yürüdükten sonra güzel bir cafe bulduk ve kahvaltı için girdik. Çok lezzetli kanepeler yiyip kafe Lungo'mu içtim. Kafe Lungo'yu ilk defa Bratislava'da bir İtalyan restoranında keşfettim. Espressonun biraz su eklenmiş hali, biraz daha hafif oluyor ve sütle çok lezzet kazanıyor. Özellikle espresso sevenlerin denemesini tavsiye ederim.

Böylelikle şehir merkezini doya doya gezip bitirmiş olduk. Üniversitedeki arkadaşımın gitmemiz için tavsiye ettiği Vysehrad bölgesine doğru yola çıktık. Prag'da işleyen 3 çeşit metro var; kırmızı, yeşil ve sarı. İkinci gün elimizde bir metro hattı haritasıyla metro değiştirmek ve durakları konusunda artık uzmanlaşmıştık. Bu yüzden Vysehrad'a ulaşmak zor olmadı.

Buraya varınca da katedrali sorduk hemen. Yeşil, ağaçlık ve yürüyüş patikalarının olduğu sevimli bir alan içerisinde katedral ve küçük şirin mimarili yapılar vardı. Alanda biraz yürüyüş yaptıktan sonra katedrale vardık. Katedralin arkasında mezarlık bulunuyordu, buraya girmedik ama ünlü besteci ve yazarların mezarları varmış. Arkadaşım dönünce söyledi, isimler tanıdık geldi.

Katedral yine çok güzeldi. Diğerine nazaran küçük ama sevimliydi...  




Bu alanda da şehir manzarasının izlenebileceği yerler vardı. Biraz da burada yürüdükten sonra tren istasyonuna ulaşıp Bratislava'ya dönüş trenimizi beklemeye koyulduk.


Burayı görmediyeniz, bir seyahat planı yapıp görmenizi çok isterim. Ben turları araştırıp en kısa zamanda tekrar gitmeyi planlıyorum. Sevgiler...  

21 Kasım 2017 Salı

Ihlamur ağacı

Merhabalar :) Prag seyahatimin 3. bölümünü yazmadan önce, bir yazının ilham vermesiyle ıhlamur ağacı hakkında yazı yazmaya karar verdim. "Ihlamur ağacı" adı bile huzur veriyor değil mi? İnternette birazcık araştırdım, aradığımı da buldum aslında; bir hikaye, bir bilimsel yazı ve ıhlamurun insan sağlığına faydaları hakkında birçok yazı. Slav halkları tarafından kutsal sayıldığını da ilgiyle öğrendim. 



Buraya size bulduğum bilimsel yazının bir kısmını aktaracağım. Yazı Mehmet Genç tarafından hazırlanmış, ziraat mühendisi olduğunu tahmin ediyorum. Yazı plantdergisi.com'da yayınlanmış. Tüm içeriğe BURADAN ulaşabilirsiniz.

'Ihlamur ağacının hoş kokusuyla herkesin bildiği çiçekleri bulunur. Bu ağaçların dünya üzerinde yetişen yaklaşık 30 türü bulunur. Ülkemizde ise, genellikle 3 türü ( büyük yapraklı (Tilia platyphllos, küçük yapraklı (Tilia cordata) ve gümüşi (Tilia tomentosa) denilen)  daha fazla yetiştirilir. Ağaçların boyu yaklaşık 20-30 metreye kadar ulaşabilir. Yürek şeklinde olan yaprakları 5-10 cm uzunlukta, dişli kenarlara sahip ve uzun saplı olur. Ihlamur ağacının Haziran ve Temmuz aylarında açan ve ömrü kısa olan çiçekleri sarkık demetler halinde ve kendine has kokusuyla bilinir. Ağacın meyveleri oval, küremsi, kapalı kapsül şeklinde ve kalın kabukludur. Bu hoş görünümüyle şehirlerde oldukça fazla yetiştirilen bir ağaçtır. Ayrıca doğal olarak ta yetişir. Ihlamur ağacı yetiştiriciliği genellikle tohumla yapılır.

Ihlamur ağacı yaklaşık bin yıllık bir ömre sahiptir. Günümüzde çoğu şehrimizde 500-700 yıllık Ihlamur ağaçları bulunur. Geçmişi Orta Avrupa'ya kadar iner. Köylerde oldukça fazla yetiştirilirmiş. Genellikle bu ağaç insanlar için buluşma noktası olarak tercih edilirmiş. Burada bilgi alışverişi olur, ıhlamur ağaçları altında festivaller düzenlenirmiş. Ayrıca köy mahkemeleri de ıhlamur ağacı altında kurulurmuş. Özellikle Slav ve Germenler tarafından kutsal sayılan bir ağaçtır.

Ihlamur ağacının kullanım alanı:

Bu ağaçlar özellikle şehirlerde park ve bahçelerde gölge ağacı olarak tercih edilir. Uzun bir ömre sahip olan ağaçlar, büyüdükçe daha ihtişamlı olurlar. Ağacın odunları hafif ve beyaz olduğundan, doğramacılık alanında kullanılır. Kabuklarında bulunan liflerden elde edilen ipler dokumacılık alanında kullanılır. Ayrıca arıcılık içinde oldukça kıymetli bir ağaçtır. Arılar için nektar olarak kullanılır ve ıhlamur balı elde edilir. Bu bal hem şifalı, hem de oldukça lezzetlidir.

Ihlamur ağacının çiçekleri ise, kurutulur ve çay hazırlanarak tüketilir. İçeriğinde manganez, uçucu yağ, tanen, C vitamini, sterol gibi maddeler bulunur. Çiçekleri yatıştırıcı özellikte, idrar söktürücü, balgam söktürücü etkilere sahiptir. Özellikle kışın soğuk algınlığı, öksürük gibi etkileri giderir. Gribal enfeksiyonlarda, terletme özelliğiyle oldukça yararlı olur. Bağırsak kurdu ve sancılarını giderir. Uykusuzluk için çayının içilmesi tavsiye edilir. Direncin kazanılmasını sağlar. Gözler içinde kompres yapılırsa, oldukça yararlıdır. Hem gözleri dinlendirir, hem de çapaklanmayı önler. Saçlar ıhlamur ağacının çiçeklerinden hazırlanmış suyla yıkanırsa, güçlenmeleri sağlanır. Ancak ıhlamur çiçeğiyle hazırlanan çay yemeğin hemen ardından içilirse, hazmı zorlaştırır. Kesinlikle aşırıya kaçılmadan tüketilmelidir.'


Ek bir bilgi olarak ıhlamurun karaciğere de iyi geldiğini belirteyim. Benim annem ve babam ziraat mühendisi olduğu için bitkilerle haşır neşir büyüdüm. Bir süre de bu alanda çalıştım. Hatta uydu görüntüleriyle de ziraat alanında çalışmaya devam ediyorum. Umarım konu benim gibi sizin de ilginizi çekmiştir. Sevgiler...   

Kaynaklar: http://www.plantdergisi.com/yazi-mehmet-genc-276.html
Resimler: http://www.ihlamur.gen.tr/ihlamur-agaci.html
http://www.teahome.com.tr/portfolio/ihlamur/

19 Kasım 2017 Pazar

Hiç bu kadar güzel bir yer görmemiştim: Prag 2

İlk bölümde hostelimizi ararken yanlışlıkla Erotik otellerin sokağına girdiğimizden bahsetmemiştim değil mi? Yol sorduğumuz bir adamın sonrasında bu otellerden birine girdiğini... Ve arkamızdan eliyle işaret edip "sonraki sokakmış" diye bağırdığını...

Neyse... Çantalarımızı hostele bırakıp kendimizi Prag sokaklarına bıraktık. Ben tren istasyonundan 24 saatlik toplu taşıma bileti almıştım, annem yetmiş yaşın üzerinde olduğu için bilet almasına gerek yokmuş, gerekirse pasaportunu görevliye göstermesi yeterliymiş. Hemen yakındaki metro istasyonuna gidip 2 durak sonra indik. İndiğimiz durak çevresinde hastane ve binalardan başka hiçbirşey yoktu. Ben buranın Prag Kalesi'ne yakın olduğunu sanıyordum. Önce caddenin yanlış tarafından başlayıp sonra karşıya geçtik. Tek katlı, dubleks evlerin bulunduğu ara sokaklarda dolaşırken bir kadına yolu sorduk. Şansımıza O da aynı yere gidiyormuş! :) "Benimle gelin" dedi. İlk defa vakit kaybetmeden bir yere gidebildik ama yürüyüş mesafesi de olsa yol uzundu. Kaleye ulaştığımızda saat 15-15.30 civarıydı. Burada kale surları var ama asıl kalenin içinde çook büyük boyutta bir katedral var. Ve çevresinde de diğer tarihi binalar... Yani Prag'da görmeniz gereken başlıca yerde herşey aynı tarihi alan içerisinde. Girişte bayağı uzun bir kuyruk vardı ama hızlı ilerliyordu. Kendimizi kalenin içinde bulunca hemen fotoğraf çekmeye ve insan sürüsüne kapılıp yürümeye başladık. Katedral tüm heybetiyle önümüzde beliriverdi. 








Katedralin tavanı inanılmaz yüksek, içerden yukarıya bakarken başınız dönüyor. Fotoğrafladım ama  net çıkmamış, paylaşamıyorum. Mutlaka gidilip görülmeli. Katedralin içine girebiliyorsunuz ama arka tarafa gitmek isterseniz bilet almanız gerekiyor, geç bir saatte gezmeye başladığımız ve o yüzden acele ettiğimiz için biz almadık. Burayı gezen arkadaşım, ön tarafından çok da farklı olmadığını söyledi, böylece ertesi gün tekrar buraya gelmedik.

Daha sonra tarihi mekanların arasından geçerek yokuş aşağıya inmeye başladık. Yan tarafımızda enfes bir şehir manzarası belirdi.



Hiç kimseye nereye gidiyoruz, nereden gidiyoruz diye sormadık. İnsanların çoğu aynı yöne doğru gidiyordu, bizi de yol aldı, götürdü. İyiki de bu yolu takip etmişiz.

Bu manzara kısmına ulaşmadan önce bilet alıp tarihi binaların içini gezebilirsiniz, galerilerde mola verebilirsiniz, hediyelik eşya dükkanlarını gezebilirsiniz ve manzaraya karşı ufak tefek kafelerde sıcak şarabınızı yudumlayabilirsiniz...

Kaleden çıktık hala insanların çoğu hızlı adımlarla aynı yöne doğru gidiyor. Biz de nereye gittiğimizi biliyormuşuz gibi takip ettik. Bu arada bir köprüden geçtik. 


Prag'da Tuna Nehri üzerinde birçok köprü var. Bizim geçtiğimiz köprü üzerinden bu köprü görünüyordu. Giderken metroyla Tuna Nehri'nin altından geçerek durağa ulaştığımızı tahmin ettik. Çünkü metro çoook derindeydi.


Köprünün bitiminde bu meydana ulaştık. Bir Japon turist kafilesi bu arabalardan 8-9 tane kiralamış yola çıkmaya hazır bekliyordu. 

İnsanlar hala akın akın aynı yöne yürüyordu, biz de peşlerinden devam ettik ve çok geniş başka bir meydana ulaştık. Buradaki kalabalığı size anlatmam çok zor. Turist kafileleri ordu gibi gruplar şeklinde ve yanyana ayakta bir şeyler yiyip içiyordu. Alacakaranlık olmuştu ve herkes kendinden geçmişcesine sohbet ediyordu. Meydanda bir uğultu ve bazı yerlerde kahkahalar, heryer çok canlıydı...

Ben bu meydana bayıldım ve orayı gördükten sonra yolumuz Astronomik saate çıkınca Prag'ı tekrar görmeye geleceğimi biliyordum artık. O meydana arkadaşlarımla gelip kalabalığa karışmalıydım. Buranın videosunu da çekip YouTube'da sayfama ekledim buyurun...



Buradan sonra hostelimize yürüyerek döndük, meydana oldukça yakınmış :) İkinci günümüzü de diğer bir yazımda anlatayım, bu yazı yeterince uzun oldu. Sevgiler :)

18 Kasım 2017 Cumartesi

Lenny Kravitz, "I Belong To You"

Gezinin devamına geçmeden önce bu şarkıya takıldım. "Ben sana aitim" diyeceğim kimsem yok ama yine de bu şarkı bana iyi geldi. Bakalım siz de beğenecek misiniz?


17 Kasım 2017 Cuma

Hiç bu kadar güzel bir yer görmemiştim: Prag 1

Herkese merhaba :) Bratislava'da son günlerim, dönmeme çok az kaldı, 12 gün! Annem geçen hafta büyük bir heyecanla beni görmeye geldi, 8 gün kaldı. Burada birlikte birbirinden güzel mekanlarda, eşsiz değerde zaman geçirdik. Annem sıcağı sevdiği için burası biraz soğuk geldi, dönerken de vatan hasreti çekiyordu. Gelişine olduğu gibi dönüşüne de memnun oldu. Sanırım ben de aynı hisler içerisindeyim. Buradaki hayat güzel ama vatana kavuşmak da paha biçilemez...

O gelmeden ben Bratislava'da her günümü aynı mekanlarda geçirirken, anneme bir akşamüstü şehir merkezini gezdirdim: "Tamam gördük, yarın kaleye mi gidiyoruz" dedi :D Ben daha görmedim kaleyi, hemen değişiklik istedi. Ben de O'na öyle bir değişiklik yaptırdım ki...

Cuma günü için izin alıp, perşembe günü Prag'a tren biletlerimizi aldım. Slovakya'nın konumu harika, Avrupa'nın birsürü başkentine çok yakın, tam ortada. Viyana (Avusturya) 1 saat, Budapeşte (Macaristan) 3 saat, Prag (Çek cumhuriyeti) 4 saat, Krakow (Polonya) yine çok yakın. Okulda bir arkadaşla konuşurken izin alabilirsem biraz gezmek istediğimden bahsediyordum. Ayrıca çalışmak için zamana ihtiyacım olduğunu da söyledim; "Prag'ı seç" dedi, ben de öyle yaptım...

Giderken de bu kadar büyük bir yer olduğunu tahmin etmemiştim, Bratislava küçük bir başkent, buraya benzer bir yer zannettim :) çoook yanılmışım...

En büyük şansım bölümde Prag'a ders vermeye gidip gelmiş olan ve burayı iyi tanıyan bir arkadaşın durumdan haberdar olup, bana bilgisayar başında, Google Maps'te görülecek her yeri anlatması oldu. Para birimleri bile farklı Çek Kron'u kullanıyorlar, indiğimizde tren istasyonundan aldık. Ayrıca bu arkadaş beni Bratislava tren istasyonuna (neyseki fakülteye yakın) bir gün önce  götürüp biletlerimi almama yardımcı oldu, peronların yerini tarif etti. 

Tren yolculuğumuz keyifli geçti, çünkü gittiğimiz şehrin çok büyük, metropoliten bir şehir olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu :)) İndiğimizde annemin sadece tren istasyonu için "Burası bir şehir gibi" demesinden anlayın...

Her ne kadar sudan çıkmış balık gibi olsak da ben şehri harita üzerinde tanımıştım, bunun çok faydası oldu, güvenle kendimi şehrin kucağına bıraktım.

Öğlen 12 gibi vardığımız ve yarım gün şehri gezmeye yetmeyeceği için Hostel Apple diye bir yerden 1 gecelik yer ayırtmıştım. Önce yağmurun altında bu hosteli aradık. Bulmamız tam 2 saat sürdü çünkü kalacak yer ayrı yerde (bir pasajın içinde, 7.katta) resepsiyon ayrı yerdeydi. Pasajı bulduktan sonra resepsiyonun olduğu yere gittik. Ben de pasajları hiç sevmem, hiç tekin yerler gelmez bana, resepsiyona gelince "orada kalmam" dedim. Son anda rezerasyonu iptal edemeyeceklerini söyledikleri için parayı ödeyince kalmak zorunda kaldık. 

Buraya kadar yaşadıklarımdan sonra içimden geçen cümle şuydu "Prag'dan nefret ediyorum!".

Devamı gelecek :)

30 Ekim 2017 Pazartesi

Ballı çay

Merhaba :) 

Bizim çaylarımız gibi olmayacağını bildiğim için Bratislava'daki cafelerde hiç çay ısmarlamıyordum ama dün canım çok istedi. Kitap okumak için girdiğim bir kafede içeyim dedim, menüde bulamadım. Aslında yanımda yaprak çay getirdim. Yurtta bir bardağa iki çay kaşığı koyup üzerine kaynamış su ekledikten sonra, biraz bekleyip süzüyorum. Sorun şu ki şeker getirmemişim, şekersiz de tadını alamıyordum. 

Dün hava yağmurlu, fırtınalı. Üstüm başım ıslanmış, yurda geldim. Canım sıcak bir çay çok çekiyor. Bizim yurtta uluslararası öğrenciler kalıyor ve benden başka birçok Türk var. Odalarda kız-erkek karışık kalınmıyor tabii ama binada sadece kızlara ait değil ve böylesi çok daha iyi bence. Neyse, odaya girerken daha önce tanıştığım bir Türk erkek grubuyla karşılaştım. Onların bir demlikleri var ve daha önce mutfakta çay demlerlerken görmüştüm. Hemen "Çay demlerseniz haber verin" dedim. Bekledim, haber çıkmadı, yine iş başa düştü :) Dayanamadım artık oda arkadaşıma sordum "şekerin var mı?" diye. "Şeker kullanmamaya çalışıyorum, bal var" dedi. Çayı kendi usulümle demleyip 2 çay kaşığı bal karıştırdım, bir hoşuma gitti! 


Sağlığım için de zararlı olmadığını düşününce daha mutlu oldum, bugün iş çıkışı bir kavanoz bal almaya gideceğim :)

Dün güne erken başladım. Odamda, çamaşır ve bir takım başka işleri yoluna koyup saat 10 gibi dışarı çıktım. Yurttan adımımı dışarıya attığımda bahsettiğim gibi şiddetli bir yağmur ve fırtına vardı. Bu beni durdurmadı, bütün haftayı masa başında geçirip, haftasonu da küçücük yurt odasına tıkılmak olmazdı. Biraz ilerleyip kendimi bir kafeye zor attım. Gözüm devamlı dışarıda espressomu içtikten sonra yağmur biraz kesildi, rüzgar da azaldı.

Oradan çıkıp şehir merkezine yürüdüm. Yağmur ve rüzgarda çok fazla gezmek istemediğim için kitabımı okuyacağım bir kafe kestirdim gözüme.



İki-üç saat burada Sis ve Öfke Sarayı'nı okudum. Kitap çok zevkle okunuyor, zaman nasıl geçti anlamadım. 

Daha sonra akşam yemeği alışverişi için markete gittim. Burada süper marketlerde kızarmış tavuk, pişmiş sosis, et vs. bulabiliyorsunuz. Bizdeki gibi hazır mezeler de var. Yurtta hiçbirşey pişirme alışkanlığım olmadığı için birşeyler alıp döndüm. Yurdun önünde rüzgar beni az daha yere düşürecekti, o denli sert esebiliyor. "Hayret" dedim, "Sanki okyanusun ortasında bir adadayız!" :)

Bir hikaye tavsiyesi

Merhaba!

Bazılarınız biliyor, bırakılan yorumlarda isimleri görüyorum ama yine de duyurmak istedim. Kafadergi! blogunun sahibi Mert Mürekkep Kokunu İçime Çektim adında bir hikaye yazıyor ve bunu blogunda bölüm bölüm paylaşıyor. Ben çok severek takip ediyorum. O yüzden bir göz atmanızı öneririm, sizi de saracağını tahmin ediyorum :)

Şu ana kadar 5 bölüm yayınladı. Kaldığı yerden takip edebilmeniz için, yayınlanan bölümleri bağlantılarıyla birlikte aşağıya bırakıyorum.




Mutluluklarınızın zirvede olacağı bir hafta olsun!

26 Ekim 2017 Perşembe

Galeri Nedbalka

Merhaba, bu akşam size Slovakya sanatından örnekler göstereceğim. Ziyaret ettiğim galeride fotoğraf çekmek yasak değildi, bu yüzden bir çok eseri ressam ve heykeltraşının ismini vererek sizinle paylaşacağım. Ancak öncelikle açıklamak istediğim birşey var, ilk defa bu akşam hissettim en çok; ben Türkiye'deki sevdiklerimi özledim... Bu hissi dağıtmak için de aklıma ilk gelen şey blog yazılarını okumak ve bloguma yazı yazmak oldu. Gündüz işlerin yoğunluğundan farketmiyorum ama bu akşam özlemi biraz da kederlenerek hissettim. Takip ettiğim ve bir kısmının da beni takip ettiği blog yazarlarına çok teşekkür ederim, yazdıklarınızı okumak çok iyi geliyor, özellikle bu akşam beni kendime getirdi :) Benim yazılarımı okuyup yorumlarınızı eksik etmediğiniz için de ayrıca yürekten teşekkür ederim. Burada çok güzel, sıcak bir dostluk var, başka hiçbir sosyal medya ortamında olmadığı kadar...

Gelelim galerimize... Önünden geçip, burayı farketmeden bulunduğu sokağın fotoğrafını çekmişim bir gün, biliyorsunuz sokak aralarını bol bol fotoğraflıyorum. Fotoğrafa dikkatli bakınca tabelasını gördüm ve "içerisini gezeyim" diye aklıma yazdım. 


Pazar günü Martinus Kitabevi'nde vakit geçirdikten sonra buraya geldim, içerisi tenhaydı. Girişte elime bir tablet tutuşturdular, baktığınız resmin fotoğrafını çekiyorsunuz, size bunun hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Daha sonra bu eseri isterseniz puanlıyorsunuz. Ben iki resmi puanladım ve tam puan verdim, onlardan biri bu:


Resmin ismi: Bank, ressam: Dominik Skutezky 

İkicisinin fotoğrafı yok maalesef. Sadece boyaların karışık sürüldüğü, modern bir resim. Onu çok beğenmemin sebebi babamın da gençliğinde benzer resimler yapması. Bana küçüklüğümü ve babamı anımsattı.

Galerinin iç mimarisi çok ilginçti ve asansörü de öyle...



Gelelim diğer resimlere,


Hayallerin taşınması - Ladislav Guderna


Pipe çalgıcısı - Julius Bartfay


Buket - Jan Mudroch


Çiçek açan elma ağaçları - Zelmira Duchajova-Svehlova 


Demirci ocağı - Dominik Skutezky


Tarlada - Arnold P. Weisz-Kubincan

Aynı bizim köylülerimiz gibi Slovak köylüleri de değil mi? :)


Bahçede (Üç jenerasyon) - Teodor Jozef Mousson 

Seçtiğim  heykel ve resimler bunlar :) Huzurlu, keyifli günlerimiz olsun, sevgiler