27 Haziran 2019 Perşembe

Fethiye gezisi

Geçmiş bayram gezi yazılarından biri daha... Bayramın ilk günü yoğun kitap okuyarak geçmişti ve ertesi gün evde oturmamak için yanıp tutuşuyordum. Gideceğim yer biraz uzak bir mesafe olmalıydı ki, kafamı iyice dağıtayım, yolculuk yaptım diyebileyim... Yürüyüş gruplarının etkinliklerine bakarken, daha önce hiç katılmadığım bir grubun programı dikkatimi çekti: Faralya, Kelebekler Vadisi, Kabak Koyu. 

Yıllar önce bir arkadaşım İstanbul'dan yola çıkıp ailesiyle Kabak Koyu'nda kamp yapmıştı. O zaman bana daha yakın olan bu yeri çok merak etmiştim ve görme şansım olmadığı için üzülmüştüm. Burayı görmek, denizinde yüzmek aklımda kalmıştı ve çok istiyordum. Hemen grup liderini arayıp kayıt yaptırdım. 

Sabah 6'da yola çıkılacaktı, araç ilk önce beni alacaktı. Hazırlık yapma işini sabaha bırakmıştım ama tam 6'ya 10 kala evden çıkmaya hazıdım. O anda rehber beni arayıp 6'ya 10 kala buluşma yerinde olmam gerektiğini söyledi. Bana böyle bir bilgi verilmemişti, etkinlik sayfasında 6 yazıyordu. Dolayısıyla grupla yeni gidecek olmanın acemiliği ile beni panikleten rehber yüzünden buluşma yerine koşmaya başladım. Bu, bel fıtığı olanlar içinse ağrıyı arttıran, zararlı bir aktivitedir. Dolayısıyla ben araca vardığımda bacağım ağrıyordu ve etkinlikte yapılacak yürüyüş için halim kalmamıştı.   

Yine de uzun bir yol gideceğimizi ve bu esnada ağrının geçeceğini düşünerek yolculuğa pozitif olarak başladım. Etkinliğe kahvaltı dahildi ve Korkuteli'yi geçince kahvaltı mekanında indik. Mekan sahibi bir Rum kadındı ve bozuk Türkçe'siyle bağıra bağıra konuşuyordu. Organik olduğunu söylediği balın boyalı ve aroma katılmış olduğunu düşünüyorum, salam, sosis gibi işlenmiş gıdaların kalitesindense hiç bahsetmeyeyim. Çeşit olsun diye sade makarna ve doğranmış yumurtalı soğuk bayat ekmekler...

Yine de keyfimi bozmamakta kararlıydım. Tekrar yola çıktık, Fethiye'ye varmamız öğlen 12'yi buldu.


Ölüdeniz'e geldiğimizde ise yoğun trafikle karşılaştık, 45 dk kadar tampon tampona ilerledik. Aracımızsa ya eski ya da bakımsızdı, zaten sürat yapamıyordu. Hafif eğimde bile zorlanıyordu. Araçta arkamda oturanlar mendillerini ve pet su şişelerini yere atmış benim önüme sürüklemişlerdi. Buna dayanamazdım artık, çöpün içinde gitmeyi hak etmiyordum. Grup liderine söyledim ve o esnada önümde oturan kız şikayetimi duydu ve boş poşeti olduğu için hemen bunları topladı. Rehbere kalsa sonra toplanacaktı.

Ben yine tatil moduna girip rahatladım. Faralya'da Kelebekler Vadisi'ni kuşbakısı gören yol üstü bir yerde mola verip manzaranın keyfini çıkardık.


Burada mini bir kafe vardı ve fotoğraflar çekindikten sonra bir çay alıp yola öyle devam ettim. Yürüyüşün başlayacağı yere yaklaştığımızda rehber havanın çok sıcak olduğunu istersek Ölüdeniz civarında daha kısa başka bir parkuru yürütebileceğini söyledi. Benim asıl derdim Kabak Koyu olduğu için bu rotayı hoş karşılamadım, zaten otobüste kimse bunu onaylamadı ve yürüyüşün başlayacağı noktaya geldik. 

Tam ben rahatsızlığımı rehbere söyleyip su şişemi taşıması için vermeye hazırlanıyordum ki, durumu ciddiyetle ele alıp "bacağınızı zorlamayın" dedi. "Fazla birşey yok, iyiyim" demeye fırsat bırakmadı. Aslında koşmanın ağrısı da geçmemişti. Ben ve yürümek istemeyen diğer insanlar araca tekrar bindik. Rehber Kabak Koyu'na gidip yüzebileceğimizi söyleyip grubun yürüyüşünü başlattı. Ancak işin komik tarafı aracın şoförüne nereye gideceğini söylemedi. Biz "Kabak koyuna gideceğiz" deyince buranın yolunu bilmediği ortaya çıktı. Dümdüz gidecekmişiz, navigasyonu açınca oradan 5.5 km uzakta olduğunu gördüm.

Şoför yolda sorarak gitti ve bir kafeye geldik, buradan sonra yolun bozuk olduğunu ve plaja indirip çıkaran minibüslere binmemizin uygun olduğunu söylediler. Biz altı bayan kafede ayran içip atıştırdıktan sonra plaja indik. Bu gruptaki bir bayanla iyi anlaştığımı diğerlerinin boş konuşmalarına maruz kalarak kafamın şiştiğini söyleyeyim... Ben iyi anlaştığım bayanla plaja adım atar atmaz denize girdim ve bir saat hiç çıkmadım. Su çok serin ve temiz, içinde akvaryum gibi siyah balıklar yüzüyordu.




Koy doğallığıyla büyüledi beni, minibüsten indikten sonra plajın hemen arkasındaki köy evinin yanından geçiyor ve çeşitli sebzelerin ekildiği tarlaları görüyorsunuz. Daha sonra da bungalovlara ve kafeteryaya ulaşıyorsunuz. Denizden yeşille örtülmüş tepeleri izliyorsunuz.


İyiki doğrudan denize gelmişim çünkü yürüyüş yapan grubun koya gelecek zamanı olmadı. Bize gelen telefonla kısa sürede tekrar yukarı çıkmamız istendi. Yani orada geçirdiğim zamanın her dakikasında denizde olduğum için şükrettim, kızların bir kısmı ayaklarını suya sokup kafeteryada bira içmeye gitmişti ki, dönüş saatimiz onlara erken geldi. Ama biz oraya yanlız gelmemiştik, araç bizi alıp yürüyüş grubunun yanına gidecekti, onlara da yazık yani güneşin altında bizi mi bekleyeceklerdi?

Giyinip çıktıktan sonra minibüs sırasıyla karşılaştık ve 45 dk kadar beklememiz gerekti. Sanırım bu süreyi rehber hesaba katmış, yine de yürüyüşçülerin yanına geç kalmadan ulaştık. 

Gece eve geldiğimde saat 12'ydi, çok yorgun duş alıp yattım. Her olumsuzluğa rağmen mutluydum, yorgunluk tatlıydı ve yatağım çok rahattı :)

20 Haziran 2019 Perşembe

Aşk ve Gurur film yorumu

Bugün bir film yorumuyla geldim. Aslında kitabına başlayıp devam edemediğim, o dönemde de kitabını okumadan filmini izlemeyeyim dediğim bir eser. Fazlaca romantizm ve aşk içerdiği için kitabı uzun boş zamanlarda okurum diye düşünerek, dün filmini izledim. Aşk ve romatizmi sevmediğim zannedilmesin, birkaç yıl önce yazarlık atölyesine başladıktan sonra yazdığım öykü ve şiirlerinin çoğunun konusu aşktı, hatta bu konuda kitap yazmaya bile niyetliydim. 

Şimdilerde ise bilimkurgu daha fazla ilgi alanıma giriyor. Bu filmi izlerken olduğu gibi, Vadideki Zambak'ı okurken de olayların yavaş ilerlemesi ve devamlı aşk üzerinden gitmesi beni biraz sıkmıştı. 


Küçük bir kasabada beş kız çocuklu, maddi durumu pek de iyi olmayan bir aile yaşamaktadır. Yakınlarındaki bir eve asilzade bir ailenin taşınmasıyla birlikte iki aile tanışır ve yeni gelen ailenin verdiği bir davette yakınlaşırlar. Özellikle kızlarını evlendirmekte hevesli anne ve evlenmeye meraklı kızlarının tavırları asilzade ailenin hoşuna gitmez. Ancak bu aileden iki genç adam, diğerlerine benzemeyen evin gururlu iki genç kızına aşık olur. Bu çiftlerden biri karşılıklı yanlış anlaşılmalar ve yapılan hatalar yüzünden birbirlerini sevdiklerini çok geç anlayacak, diğer çiftin de arası bozulacak, tekrar biraraya gelmeleri biraz çetrefilli olacaktır. Film, iki ailenin hayatlarından kesitler aktarıyor. Yaşadıkları yer, kostümler ve duygusal ama biraz resmi sayılabilecek diyaloglar filme güzellik katıyor. 19. yüzyıl'a ait İngiliz kasaba hayatını ve klasiklerden olan romanını merak ediyorsanız seyredin. Kitabın önüne geçemeyecektir, sonrasında okumak da iyi gider. Fragmanını aşağıya bırakıyorum, sevgiler...

19 Haziran 2019 Çarşamba

Çamyuva, Faselis, Tekirova gezisi

Merhabalar, gezi yazılarımı yavaş yavaş kaleme alayım. Bu geziyi 2 Haziran'da yapmışım. Antalya'nın Todosk adında çok köklü bir yürüyüş grubu var. Şu anda sayısı yüzün üstüne ulaşan Antalya'daki yürüyüş gruplarının ilki, babası. En son bu grupla gittiğimde otobüsle ulaşım sağlıyorlardı, şimdi ise bayağı küçülmüşler, bir minibüsü anca doldurdu geziye katılan insanlar. 

Todosk, ticari amacı olmayan bir doğa sporları derneği ve genellikle emekli kesime ait bir arkadaş grubu olarak yola çıkmışlar. "Biz her pazar kendi arkadaş grubumuzla yürüyüş yapıyoruz, bize katılmak isteyenler için de bunu duyuruyoruz" diyen bir grup. Dolayısıyla yeni katılımcılara tabiri caizse fazla yüz vermeyen insanlar var grupta. 

Anlayacağınız çok kan kaybetmişler ve kendilerini sorguladıkları bir döneme girmişler. Gruba ait güzellik ise çok küçük bir miktarda para karşılığı gezebilmek.

 

Hedefimiz Antalya'ya yakın bir bölgede yürüyüş ve yemek molasında da yüzme. Otobanda araçtan inip ilk önce yukarıda gördüğünüz Alacasu Koyu'na yürüdük. Burada kampçıları görünce içim gitti ayrıca oldukça fazla sayıda insan piknik yapıyordu. Bu alanda gruptan bir kişinin bizi yönlendirmesiyle esneme hareketleri yaptık. 


 Deniz kenarında yürüyeceğimiz orman içinden geçen asıl parkurumuza tırmanışla başladık.


Yer yer küçük koylara rastladık, buralarda da kampçılar ve günübirlik piknikçiler mevcuttu.


Bu parkuru daha önce Göç Yolu Yolcuları adlı başka bir grupla yürümüştüm ve bu grup başka bir hafta yine geziye giderken kaza yaptı ve grup lideri de dahil birçok insan vefat etti. Bu parkur bana o üzücü kazayı anımsattı ve gitmeden önce biraz tedirginlik duydum açıkçası ama etkinlik esnasında endişelerim kayboldu.

Benim de bildiğim bu parkuru Todosk yürüyüşçüleri avuçlarının içi gibi biliyorlardı ve hafif eğimli bir yerde taşların kaydığını söyleyip beni uyardılar. Minik minik taşların bulunduğu bölge çok da sıradışı görünmüyordu ancak söyleneni dinleyerek çok dikkatli hareket ettim ama yine de düşmekten kurtulamadım. 

Kayıp taşların üzerine oturdum ama çok üsturuplu düşmüşüm ki, fıtıkla ilgili hiçbir sorun yaşamadım. Grupta çok yaşlı bir kadın vardı yetmiş küsur yıldır doğa yürüyüşü yapıyormuş, yüzme ve yemek molası verdiğimiz Faselis'te horul horul uyudu, ben de O'nun yanına çantamı bırakıp yüzmeye gittim. 

Faselis'in serin sularına kendimi bıraktığımda inanılmaz bir rahatlama hissettim. Sular adeta beni kucaklayıp salladı, çok özlemişim denizi, hele ki doğanın çevrelediği tertemiz bir denizi...


Bu da Faselis koyuna benzeyen ama daha boş bir sahil. Yürüyüşe devam ettiğimizde buraya ulaştık. Keşke burada mola verseydik diyenler oldu. Koyun öbür ucunda Sun Dance adında bir kamp alanı var, bize cenneti merak ediyorsanız gelin dediler ve buraya girdik, birer çay içtik. Bahçesinin güzelliğini aktarmam imkansız, her yer çiçek ama çiçekli bitkiler ağaç olmuş öyle büyük. Çok sakin, kampçılar kitaplarını alıp şezloglara uzanmışlar. Bungalovlarda kalmanın geceliği 300 tl, biraz pahallı gelsede annemle gitmeyi çok istiyorum. 

Dönüş yolunda semaverde çay demleyen köylülerin mekanında mola verdik, mis gibi çaylarından içip köy yumurtası ve bazlama aldım. Biraz yaşları yüksek olan bir grupla beraberdim ama birçok keyfi birarada yaşadığım güzel bir gün geçirdim.

11 Haziran 2019 Salı

Sohbet yazısı

Merhabalar, bu yazımda son günlerde yaşadığım olaylar, düşüncelerim ve kendimle ilgili konulardan bahsedeceğim. Bayram tatili gezileri ayrı bir yazı olur ama kısaca bahsedersek, o hafta pazar günü Kemer'de, deniz kıyısı boyunca devam eden bir parkurda yürüyüp, Faselis'te denize girdim. Bayramın ikinci günü de Fethiye-Faralya'ya gittim ve meşhur Kabak koyunda yüzdüm. Yıllardır adını duyduğum bir yerdi burası ve bir fırsat yakalayınca kaçırmak istemedim.

İki yıl önce bu zamanlarda Bratislava'da iki ay yaşamak için Bratislava Teknoloji Üniversitesi'ne başvurularımı yapıyordum. Orada yaşadığım günlere ait maceraları okumak isterseniz blog arşivi kısmından 2017'nin ekim ayından itibaren yazılmış kayıtlara bakmalısınız. Oradayken Prag'ı da ziyaret etmiştim ve bir gün Prag'da kalarak şehri bayağı tanımıştım. Daha oradan ayrılmadan tekrar ziyaret etme isteği uyanmıştı bile bende. Yurtdışında tekrar görmek istediğim yer Prag, akşamüstü meydanı dolduran kalabalığı ve ayaküstü yiyip içilen, alacakaranlıkta üzerinden eğlenen insanların uğultusu yükselen bu şehri unutamıyorum. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla buraya benzeyen Barselona da görmeye can attığım yerlerden...

Barselona 
Çalışma amaçlı olarak üniversiteler benim için biçilmiş kaftan. Haldır huldur aklına estiğini söyleyen, aklını kurnazlık için kullanmaya alışmış insanların arasında özellikle ürün satışı amaçlı işler hiç bana göre değil. Biraz duygusal bir yapım var, kafamın rahat olması şart. Azimli ve sabırlıyım bilim söz konusu olduğunda sıkılmam. Güçlü değilim ama ulaşmak istediğim hedefe doğru korksam da adım atarım. Özel hayatımda pek eğlenceli sayılmam, çok kafa dengi insanlar olmadıkça kalabalık bir grupla eğlenmeyi sevmem, arkadaşlarımın bir veya ikisiyle birarada vakit geçirmeyi tercih ederim. Bu ortamda konuşmayı tercih etsem de arkadaşlarımı dinlemeyi de severim.   

Bahsettiğim gibi duygusal bir insanım ama bazı dönemsel hassasiyetler hariç kolay kolay ağlamam. Ağlayamam desem daha doğru, bazen ağlamak isteyip de ağlayamıyorum. Uyurken rüyamda ağladığım oluyor ama gözümden yaş gelmediği için rahatlayamıyorum. Buna rağmen çizgi animasyonların çoğu beni ağlatıyor, çok duygusal oluyorlar bana göre.

Yine de animasyon veya film izlemek yerine tercihim kitap okumaktan yana.

Sevgiler...

Tarımsal ürün elde etmemiz arılara bağlı

Bal arılarıyla ilgili kısa bir köşe yazısı ile bilgilendim, bildiklerim biraz daha somutlaştı demek daha doğru. Bu yüzden bu konuda biraz araştırma yapıp bloga bir yazı yazmak istedim.

ziraatcilerdernegi.org.tr
Uzun zamandır çay ve kahve içerken balla tatlandırıyorum. Sahte baldan korktuğum için en iyi bildiğim marka olarak Balparmak'ı tercih ediyorum, bunu reklam amaçlı yazmadığımı belirteyim hemen :)

Tema Vakfı, Balparmak ve Milli Eğitim bakanlığı arılar için biraraya gelerek "Arılar varsa yarınlar var" adı altında ortak bir proje başlatmış (arilarvarsa.org) Web sayfalarını ziyaret etmenizi öneririm. Oldukça resimli, interaktif ve bilgi dolu bir sayfa.

Albert Einstein dediği gibi "Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa en fazla 4 yıl yaşayabiliriz!" Bakın neden...  Dünyada gıda üretiminin %90'ını sağlayan 82 bitki türü tozlaşma için polinatörlere, bunların da %63'ü polinatör olarak bal arılarına ihtiyaç duyar. Dünya tarımsal üretiminin 1/3'ü bal arılarının tozlaşma işlemini gerçekleştirmesi sayesinde elde edilir.

Ülkemizde olduğu kadar dünyada da zirai mücadele kimyasalları (herbisit ve pestisitler) ve iklim değişikliği, tüm ekosistemi ve bal arılarını olumsuz etkilemektedir. Arılar, zirai bitkilere atılan ilaçlara doğrudan temas etmenin yanında toprağa karışan ilaç artıkları yeraltı sularını kirletmektedir. Sulama ile tekrar bitkinin bünyesine giren kimyasallar insan sağlığını  da tehdit etmektedir.

Arılar ömürleri boyunca bir çay kaşığının ucu kadar bal üretmek uğruna 30 bin çiçek gezip, 240 km uçarken yüz binlerce polen taşıyarak bitkilerin üremesini ve doğal dengenin sürekliliğini sağlıyorlar.