28 Ağustos 2018 Salı

Bir öykü yazdım :)

Günaydınlar :) Ben önceden bir Yazarlık Atölyesi'ne katılmıştım, burada da bahsetmiştim. Hatırlayanlar olabilir... Oradan arkadaşlarla Whatsapp grubu kurmuştuk ve irtibat halindeydik. Atölye bittikten sonra kimse hedeflediği yazarlığı yapamadı. Kısa bir süre önce bu sefer kendi kendimizi eğitmek üzere toplanmaya karar verdik. Herkesin elinde yazar olmak ile ilgili materyaller var, Google da araştırma yapan var. Ayrıca aramızda bir internet gazetesinin köşe yazarı var. O'nun öncülüğünde bir ön buluşma yapıldıktan sonra herkesin 30 Ağustos'a kadar bir öykü yazması istendi.


Ben de öykümü tamamlayıp Facebook grubumuzda bu arkadaşlarla paylaştım. Tabii burada da paylaşmak istedim, iyi okumalar :)

Okuma hevesi

Okulların açılmasına iki hafta vardı ve Burcu ilkokul bire başlayacaktı. İçindeki korku ve heyecan karışımı his günlük hayatına yansımış, hareketlerine çabukluk getirmişti. Hafta sonu annesiyle çarşıya çıktılar. Önlükleri denerken sıcak basmış, terlemişti ama hiç şikâyeti yoktu. Aynadaki görüntüsüne bakarken gözlerinde bir pırıltı dolaşıyor, neşeyle devamlı annesine yorumlar yapıyordu. Önlüğe ve uygun bir yakaya karar kıldıktan sonra kendine farklı minik desenleri olan beyaz çoraplar seçmeye koyuldu. Coşkusunu annesine de bulaştırmıştı, anne-kız neşe içinde alışverişi tamamlayıp mağazadan çıktılar. 

Burcu annesinden ayakkabı da istemişti. Geçen seneki ayakkabılarını giymek istemiyordu, yeni bir öğretmeni, yeni arkadaşları olacak, hayatı hepten değişecekti. O yüzden hiçbir detayı atlamadan özen göstererek hazırlanıyordu. Birkaç ayakkabıcı gezilerek birçok ayakkabı denendi, annesiyle birlikte kırmızı bir ayakkabıda karar kıldılar.

Burcu tüm yeni eşyalarını gözden ayırmamak için çekmecelere kaldırmak yerine ablasıyla kaldığı odasının çeşitli yerlerinde sergiliyordu. Ablası bu durumdan rahatsız olsa da kardeşine kızmaya kıyamıyor, ses çıkartmıyordu. Sadece eşyalar olsa iyi, kardeşinin devamlı okulla ilgili soru soran, kıpır kıpır ve konuşkan halinden bezmişti. Ne zaman anne ve babasına kardeşini şikayet etmeye kalsa, “O, küçük” diyerek susturdukları için, artık buna da yeltenmiyordu, biraz kendi içine kapandığı söylenebilirdi.

Sonunda okulun açılmasına bir gün kaldı, Pazar akşamı geldi çattı. Akşam yemeğinin ardından biraz televizyon izlendi ve sonra annesi Burcu ve ablasını yatağa gönderdi. Burcu biraz gözlerini kapatıp hayal kurduktan sonra uykuya daldı. Rüyaları da mutluluk ve heyecan doluydu, kendisini dedesinin çiftliğinde kırlarda dolaşırken buldu. Ağaçların arasında sarı ve beyaz kelebekleri kovalıyordu. Zarar vereceğinin bilincinde olmadan doğaya dokunmayı çok severdi, şimdi de kelebeklere dokunmaya çalışıyordu. Alçakta bitkilerle oynaşıp ne kadar da hızlı yükseliyorlardı. Bir tanesini kovalarken rüyasında kolunu uzattı, kendini hızla havaya fırlattı ve güm! Uyuşukluk hali devam ederken birden uyandı, bedeninde şiddetli bir ağrı hissetti. Ranzanın üst katından düşmüştü!

Korku ve acısından çığlık çığlığa bağırmaya başladı, ev ahalisi yataklarında korkudan zıplayıp yanına koştu. Burcu yerde, yüzü kıpkırmızı olmuş, ayak bileğini tutarak ağlıyordu. Herkesten hafif bir inilti çıktıktan sonra babası bileğine özen gösterip kızını kucakladı. Annesi yüksek sesle kızını yatıştırmaya çalışırken, ablası ağlamaklı “Burcu’cuğum!” diyerek derin bir nefes verdi.

Gün ağarmaya başlamıştı, babası Burcu’yu yatağa yatırıp bileğini fazla oynatmamasını tembihledi, kırık veya çatlak olabilirdi. Sabah olunca hastaneye gideceklerini söyledi. Burcu duyduklarına inanamadı, yarın sabah gideceği bir yer varsa o da okuluydu. Birden tüm acısı geçmiş gibi ciddileşti “Ben yarın okula gideceğim!”

Annesiyle babası sabah önce hastaneye gitmeleri gerektiğini, tedavisi erken biterse okula gidebileceğini söylediler aynı ciddiyetle. Burcu o kadar çok üzülmüştü ki şimdi hiç sesi çıkmadan, kesik kesik nefes alıyor, kırmızı yanaklarından oluk oluk yaşlar dökülüyordu. “Lütfen babacığım ben yarın okulun ilk gününü kaçırmak istemiyorum” dedi bitkince.

Babası kızını o halde görmeye dayanamayıp “Acile gidiyoruz” diye bildirdi. Ablasını evde bırakıp en yakın hastanenin acilinde soluğu aldılar. Doktor şişmiş bileğini, eliyle ovuşturup muayene etti, Burcu acıdan bir çığlık attı. “Röntgen çekilmesi lazım, çekimler saat 9.30’da başlıyor” dedi. Burcu doktoru cana yakın bulmuştu, “Ama o saatte benim okulda olmam lazım, yarın okula başlıyorum” dedi hırpalanmış vaziyette. Ardından babası da kızının okulun ilk günü için ne kadar heyecanlı olduğuna dair kısaca sohbet etti doktorla.

“Zaten sabaha ne kaldı” dedi doktor “Ama istiyorsanız üniversite hastanesinde 24 saat röntgen çekimi yapılıyor oraya gidin”. Üniversite hastanesi şehrin öbür ucundaydı, saat 7’ye geliyordu, Burcu’nun ise 8.30 da okulda olması gerekiyordu.
Babası kızını kucakladığı gibi annesiyle birlikte arabaya koşturdu. Hastaneye vardıklarında evrak işlerini annesi telaşla hallederken, yerini öğrendikten sonra babası Burcu’yu röntgen odasına çıkardı. Röntgen çekilip sonucunun doktora gösterilmesi 8’i buldu, neyseki kırık veya çatlak yoktu sadece burkulmuştu. Hemşireler ağrı kesici ve şişlik giderici kremler sürüp ayağını sargı beziyle sardıktan sonra Burcu’yu taburcu ettiler. 

Eve dönünceye kadar saat 8.45’i bulmuştu, Burcu hastaneden eve giderlerken öğrencilerin Andımız’ı okuduklarını hayalinde canlandırdığı anda gözleri tekrar doldu, hafif ateşi çıktı. Hastaneden eve girdiğinde telaşla ablası önlüğünü giydirdi, yakasını taktı. Annesi karmaşık saçlarını taramak için fırsat kolluyordu. Kırmızı ayakkabılarını giyemeyecekti. Bir ayağı sarılı, bir ayağında beyaz çorapla terliğini giydi, yürürken topallıyordu. Morali bozuk, acınası bir haldeydi.

Saat 9’da okulun kapısına geldiler, bahçeden bir uğultu geliyordu. Arabadan inip hızlı hızlı bahçe kapısına doğru topallamaya başladı. İçeri girdiğinde sağda düzgün sıra olmuş abla ve ağabeylerini gördükten sonra kendi gibi acemi 1. sınıfların darmadağın durduğunu fark etti. Öğretmenlerinin ikaz düdüğünü duyunca henüz hiçbir şeyi kaçırmadığını anladı. O an derin bir “Oh” çekti, yüzü gülmeye başladı. Anne ve babasını hatırladığı an arkasını döndü, uzaktan O’na el sallıyorlardı. O da yüzünde kocaman bir gülümsemeyle el salladı, dönerken öğretmeni omzuna dokundu, yüreğini ısıtan bir ses tonuyla: “Gel çocuğum”… 

4 yorum:

  1. Şen şakrak mutlu çocukları görmek sabah sabah iyi geldi. Emeğine sağlık, şirin bir öyküydü öyle de bitti:)

    YanıtlaSil
  2. Bu öykü bana iyi geldi, teşekkür ederim.

    YanıtlaSil