2 Ağustos 2019 Cuma

Matisse Öyküleri - A. S. Byatt kitap yorumu

Uzun zaman oldu bir kitabı baştan sona okuyup blog a yorumunu girmedim. Bunda en büyük etken, okulun yoğunluğu bir yana, yazın sıcak havasında kitaba konsantre olamamam. Bu kitabı özellikle plajda okumak için hafif olduğunu düşünerek seçtim ancak anlatım hiç de kolay anlaşılmıyor, kendinizi tamamen kitaba vermeniz gerekiyor. 


Kitapta üç öykü var:

- Medusa'nın ayak bilekleri
- Sanat işi ve 
- Çin istakozu

Ben aralarında en çok Çin İstakozu'nu sevdim. Öykülerin herbirinde Matisse'in bir resmi, ressamlığı ve tarzı konu ediliyor ancak kendi hayat hikayesinin anlatıldığı öyküler değil. İlk öykü bir berberin hayatından bir kesit anlatıyor, tabii bu sıradan bir berber değil. Başına sıradışı olaylar gelen ve farklı seçimleri olan bir berber... İkincisi sanatçı bir ailenin öyküsü, Matisse tarzında çalışan grafik tasarımcısı bir baba ve parlak renkler giyen ancak acıklı bir özel hayatı olan evin hizmetlisi. Hikaye daha çok hizmetli üzerine yazılmış çünkü en sıradışı karakter o. Son hikaye ise sanat dalında doktora yapan bir kızın öyküsü, tezinin konusu ise Matisse. Kız doktora çalışmasına fazla emek vermiyor ayrıca psikolojik hasta diyebiliriz. Kızın hali beni hayli etkiledi, en çok bu öyküyü merakla okudum. Burada da Utanç kitabında olduğu gibi hocasının kıza sarkıntılık ettiğine dair dekana kız tarafından bir mektup ulaştırılıyor. Ancak burada kızın hocası kendini savunuyor.

"Benim düşüncem, işte, bir an önce istifayı basmalı ve sizi daha fazla sıkıntıda koymamalıyım, diyecektim. Ancak bunu yapabileceğimi sanmıyorum çünkü kara çalmalara ve asılsız yakıştırmalarla gözdağı vermelere pabuç bırakacak biri değilim çünkü o kadın, sanatçı filan değil, yaptığı işten emeğini esirgiyor ve gözleriyle görmeyi, gördüğünü anlamayı bilmiyor, bu yüzden de ona geçer not verilmemeli. Ve Matisse yüzünden."

La chapelle du rosaire de vence
Matisse'in resimlerini araştırırsanız, parlak renkler, basit desenler kullandığını görürsünüz, yaşama sevinci doludur ressamın eserleri...

"Matisse'deki bu niteliklere karşı her zaman bir direnç oluşmuştur kuşkusuz. Feminist eleştirmenler ve sanatçılar onu, erkek kösnüllüğünü dingin, gönenç içinde, geniş bir yaşamın her yönüne bütünlüklü olarak yaydığı için tutmazlar. Marksistler de, kendisi iş adamlarını hoşnut etmek için resim yapıyorum dediği için sevmezler onu.
- İş adamlarını ve aydınları, diyor Perry Diss.
- Aydın demesi Marksistleri yatıştırmıyor."

"La Porte noire adlı resmi bilir misiniz? Limon sarısı ile donuk beyaz çubuklu sabahlığına sarınmış bir genç kadın bir koltuğa rahatça yerleşmiş oturuyor... İçinde parlak kırmızı serpme ak bir giysi var, saçları sarımsı kiremit ve kızıl, yanıbaşında bir pencere ve oradan vuran renkli ışık ve ardında -yukarı doğru- kara bir kapı. Kara rengi kullanma konusunda kimse onunla boy ölçüşemez, hemen hiç kimse.

La porte noire
Gerda Himmelblau elindeki portakala dişlerini geçiriyor ve şeker tadı ağzına yayılıyor.

-Şöyle yazmış, diyor kadın. Çalışırken Tanrı'ya inanır, güvenirim.
- Sanırım bir de 'Çalışırken Tanrı benim' demiş. Belki de öyledir, benim Tanrım değilse bile, benim Tanrı'yı bulduğum bir... bir yer. Rahip olurum umuduyla yetiştirildim ben. Ancak ben, işkence görmüş bedenlerin ellerinden çivilenip sunaklar üzerine asıldığı bir dine katlanamadım. Yok, bana uygun olanı bence Dans."   

Kitabı tavsiye ederim diyemiyorum ama merak ettiyseniz okuyun. Okumaktan pişmanlık duymayacağınız ama okuyarak da Matisse'i daha yakından tanımak dışında fazla birşey kazanmayacağınız bir kitap. Mutlu bir haftasonu dilerim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder