30 Ekim 2017 Pazartesi

Ballı çay

Merhaba :) 

Bizim çaylarımız gibi olmayacağını bildiğim için Bratislava'daki cafelerde hiç çay ısmarlamıyordum ama dün canım çok istedi. Kitap okumak için girdiğim bir kafede içeyim dedim, menüde bulamadım. Aslında yanımda yaprak çay getirdim. Yurtta bir bardağa iki çay kaşığı koyup üzerine kaynamış su ekledikten sonra, biraz bekleyip süzüyorum. Sorun şu ki şeker getirmemişim, şekersiz de tadını alamıyordum. 

Dün hava yağmurlu, fırtınalı. Üstüm başım ıslanmış, yurda geldim. Canım sıcak bir çay çok çekiyor. Bizim yurtta uluslararası öğrenciler kalıyor ve benden başka birçok Türk var. Odalarda kız-erkek karışık kalınmıyor tabii ama binada sadece kızlara ait değil ve böylesi çok daha iyi bence. Neyse, odaya girerken daha önce tanıştığım bir Türk erkek grubuyla karşılaştım. Onların bir demlikleri var ve daha önce mutfakta çay demlerlerken görmüştüm. Hemen "Çay demlerseniz haber verin" dedim. Bekledim, haber çıkmadı, yine iş başa düştü :) Dayanamadım artık oda arkadaşıma sordum "şekerin var mı?" diye. "Şeker kullanmamaya çalışıyorum, bal var" dedi. Çayı kendi usulümle demleyip 2 çay kaşığı bal karıştırdım, bir hoşuma gitti! 


Sağlığım için de zararlı olmadığını düşününce daha mutlu oldum, bugün iş çıkışı bir kavanoz bal almaya gideceğim :)

Dün güne erken başladım. Odamda, çamaşır ve bir takım başka işleri yoluna koyup saat 10 gibi dışarı çıktım. Yurttan adımımı dışarıya attığımda bahsettiğim gibi şiddetli bir yağmur ve fırtına vardı. Bu beni durdurmadı, bütün haftayı masa başında geçirip, haftasonu da küçücük yurt odasına tıkılmak olmazdı. Biraz ilerleyip kendimi bir kafeye zor attım. Gözüm devamlı dışarıda espressomu içtikten sonra yağmur biraz kesildi, rüzgar da azaldı.

Oradan çıkıp şehir merkezine yürüdüm. Yağmur ve rüzgarda çok fazla gezmek istemediğim için kitabımı okuyacağım bir kafe kestirdim gözüme.



İki-üç saat burada Sis ve Öfke Sarayı'nı okudum. Kitap çok zevkle okunuyor, zaman nasıl geçti anlamadım. 

Daha sonra akşam yemeği alışverişi için markete gittim. Burada süper marketlerde kızarmış tavuk, pişmiş sosis, et vs. bulabiliyorsunuz. Bizdeki gibi hazır mezeler de var. Yurtta hiçbirşey pişirme alışkanlığım olmadığı için birşeyler alıp döndüm. Yurdun önünde rüzgar beni az daha yere düşürecekti, o denli sert esebiliyor. "Hayret" dedim, "Sanki okyanusun ortasında bir adadayız!" :)

Bir hikaye tavsiyesi

Merhaba!

Bazılarınız biliyor, bırakılan yorumlarda isimleri görüyorum ama yine de duyurmak istedim. Kafadergi! blogunun sahibi Mert Mürekkep Kokunu İçime Çektim adında bir hikaye yazıyor ve bunu blogunda bölüm bölüm paylaşıyor. Ben çok severek takip ediyorum. O yüzden bir göz atmanızı öneririm, sizi de saracağını tahmin ediyorum :)

Şu ana kadar 5 bölüm yayınladı. Kaldığı yerden takip edebilmeniz için, yayınlanan bölümleri bağlantılarıyla birlikte aşağıya bırakıyorum.




Mutluluklarınızın zirvede olacağı bir hafta olsun!

26 Ekim 2017 Perşembe

Galeri Nedbalka

Merhaba, bu akşam size Slovakya sanatından örnekler göstereceğim. Ziyaret ettiğim galeride fotoğraf çekmek yasak değildi, bu yüzden bir çok eseri ressam ve heykeltraşının ismini vererek sizinle paylaşacağım. Ancak öncelikle açıklamak istediğim birşey var, ilk defa bu akşam hissettim en çok; ben Türkiye'deki sevdiklerimi özledim... Bu hissi dağıtmak için de aklıma ilk gelen şey blog yazılarını okumak ve bloguma yazı yazmak oldu. Gündüz işlerin yoğunluğundan farketmiyorum ama bu akşam özlemi biraz da kederlenerek hissettim. Takip ettiğim ve bir kısmının da beni takip ettiği blog yazarlarına çok teşekkür ederim, yazdıklarınızı okumak çok iyi geliyor, özellikle bu akşam beni kendime getirdi :) Benim yazılarımı okuyup yorumlarınızı eksik etmediğiniz için de ayrıca yürekten teşekkür ederim. Burada çok güzel, sıcak bir dostluk var, başka hiçbir sosyal medya ortamında olmadığı kadar...

Gelelim galerimize... Önünden geçip, burayı farketmeden bulunduğu sokağın fotoğrafını çekmişim bir gün, biliyorsunuz sokak aralarını bol bol fotoğraflıyorum. Fotoğrafa dikkatli bakınca tabelasını gördüm ve "içerisini gezeyim" diye aklıma yazdım. 


Pazar günü Martinus Kitabevi'nde vakit geçirdikten sonra buraya geldim, içerisi tenhaydı. Girişte elime bir tablet tutuşturdular, baktığınız resmin fotoğrafını çekiyorsunuz, size bunun hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Daha sonra bu eseri isterseniz puanlıyorsunuz. Ben iki resmi puanladım ve tam puan verdim, onlardan biri bu:


Resmin ismi: Bank, ressam: Dominik Skutezky 

İkicisinin fotoğrafı yok maalesef. Sadece boyaların karışık sürüldüğü, modern bir resim. Onu çok beğenmemin sebebi babamın da gençliğinde benzer resimler yapması. Bana küçüklüğümü ve babamı anımsattı.

Galerinin iç mimarisi çok ilginçti ve asansörü de öyle...



Gelelim diğer resimlere,


Hayallerin taşınması - Ladislav Guderna


Pipe çalgıcısı - Julius Bartfay


Buket - Jan Mudroch


Çiçek açan elma ağaçları - Zelmira Duchajova-Svehlova 


Demirci ocağı - Dominik Skutezky


Tarlada - Arnold P. Weisz-Kubincan

Aynı bizim köylülerimiz gibi Slovak köylüleri de değil mi? :)


Bahçede (Üç jenerasyon) - Teodor Jozef Mousson 

Seçtiğim  heykel ve resimler bunlar :) Huzurlu, keyifli günlerimiz olsun, sevgiler

24 Ekim 2017 Salı

Pazar Günü

Merhaba :)

Yoğun bir hafta geçirip cumartesi günü de çalıştıktan sonra bu pazar iyi bir gezmeyi hakettim. Öğle saatlerinde uyanıp ilk defa yurdun pencesini açıp dışarıyı izledim. Pencerelerin önünde jaluziler olduğu için hiçbir zaman dışarıyı göremiyoruz. Şöyle bir manzarayla karşılaştım


Dibimizde bir kilise varmış da haberim yokmuş! Gerçi devamlı çanlarını duyuyorum ama ben onu okulla yurt arasındaki Blumental kilisesi sanıyordum :)


Bizde cuma vaazı verilir ya bu kilisede de pazar vaazı oluyor. Yanından geçerken duydum, ses dışarıya verilmiyor...

Herneyse ilk resimde görüldüğü gibi hava yağmurluydu. Öğle saatine yakın uyanıp birkaç saat kitap okudum. Daha önce bahsetmiştim Sis ve Öfke sarayını okuyorum. Kitap çok güzel ve akıcı başlamıştı ama şimdi biraz daha yavaş gidiyorum. Aslında baş kahramanın hayatı hareketlenmeye, olaylar heyecanlanmaya başladı ama neden anlamadım ama beni herşeyin güllük gülistanlık gittiği bölümler sardı :)

Hala kitabımı okumak isteyerek giyinip kendimi dışarı attım. Neyse ki bunun için kısa bir mesafede çok daha ideal bir yer var: Martinus!

Martinus buranın en ünlü kitapçısı ayrıca içerisinde cafe si de var. Cafesinde istediğiniz gibi koltuk ve kanepelere yayılabilirsiniz. Burayı mükemmelleştiren detay ise içeride birinin devamlı piyano çalması, yani ben devamlı sanıyordum. Birkaç fotoğraf çekip bir koltuğa yerleştim. Kitabımı açtım, bir yandan mesajlaşma, kahvemle müzik eşliğinde keyfe başladım.


Kahvem bu cappucinoydu, sunuma bayıldım, menüdeki adı süper cappucino, kremalı.

Biraz da mekan fotoğrafları...





Piyano sesi çok büyülü birşey, parçalar da çok softtu ve ben kendimi inanılmaz hafif hissettim. Bu duygularla da okuduğum kitaptan da, orada geçirdiğim dakikalardan da son derece zevk aldım. Buraya daha önce de uğramıştım ve yine piyano çalıyorlardı ve ben devamlı çalacak zannediyordum. Ancak bir süre sonra piyano sustu ve normal müzik yayını başladı. Bu o kadar kötü geldi ki sonra  bana, rahatsız oldum. Konsantrem bozuldu, kahvem de bitti ve oradan ayrıldım.

Yürümeye devam ettim ve şehir merkezine geldim. Burada da uzun süre bir resim galerisinde zaman geçirdim. Orayı da bir başka yazımda anlatayım. Musmutlu günler! :)

19 Ekim 2017 Perşembe

Buraya fena alıştım tekrar gelebilirim :)

Merhabalar,

Bratislava günlerimin dolu dolu geçtiğini hissediyorum, mutluyum yani. Antalya'da arkadaşlarım olmasa burada yaşamayı bile düşünebilirim ;) O değil de doktora sonrası araştırma yapmak için gelmek aklıma geliyor, o da 1 yıl sürüyor. Departmanda artık tanındığıma göre ben istersem sıcak bakarlar diye düşünüyorum. 

Ülkeye ilk geldiğiniz günler çok fazla masraflarınız oluyor. Yurt parası, öğrenci kartı parası, yemek için karta para yükletme ve başka ufak tefek bir sürü masraf. Ben bunları ilk aşamada staj paramı almadan kendi biriktirdiğim parayla karşıladım. Staj param Kasım'ın 7'sinde elime geçecek ve o zaman hemen hemen hiç masrafım olmayacak! Ondan sonra bol bol gezeceğim, eğer yoğunluktan gezemezsem Türkiye'ye gidince gezeceğim :) Mesela Kapadokya'ya gidebilirim... Tabi inşallah gelmişken buranın çevresini iyice gezmiş, bitirmiş olurum.

Üniversiteden memnunum, bana hala bir bilgisayar ayarlamamış olsalar da, kendi lap topumla  da yapacak başka bir sürü iş var. Burada hocalar bana karşı çok saygılı, Türkiye'deki bölümümde bu kadar ilgi görmüyorum. Hocalar kendilerinden biriymişim gibi davranıyor, hatta misafir olmam dolayısıyla daha da özenli.

Şehir merkezine yurttan veya okuldan yürüyerek gidiyorum artık, yolu geçen pazar keşfettim, çok yakınmış. Burada vakit geçirmek hala en favori aktivitem. Mondeu adında bir cafe zinciri burada adım başı karşınıza çıkıyor, birini atlarsanız ötekine takılıyorsunuz. Ben de sonunda dayanamadım Mondeu Laboratory'e girdim. Diğerlerine göre daha sempatik geldi, hem ismi hem de mekan tasarımı.

Ahududulu cheesecake denedim burada, meyveler taze taze üstünde duruyordu, karşı koyamadım. 


Kreması bizde yapılanlar gibi çok tatlı değil, peynir tadı ağıza geliyor. Üst kısım peynir ve krema karışımından oluşmuş, müthiş bir damak deneyimiydi. 

Burada cheesecake çok yaygın zaten, okulda öğle yemeğinde bile her gün çeşit çeşit çıkıyor ama bunun tadında değil tabiiki.

Mekanın iki kenarında masa sandalyeler var, ayrıca ortada toplantı salonu gibi ince uzun olacak şekilde masaları bitişik ve çok yakın yerleştirmişler. Mekandaki herkes bir aileymiş havası veriyor :)


Keşfederek kalın! Sevgiler

12 Ekim 2017 Perşembe

Old Town Hall (Şehir Meydanı)

Herkese merhaba! :)

Slovakya'yla ilgili gezi yazıları yazmamı isteyen bir okuyucum olmuş. Burada bulunduğum süre boyunca buraları anlatmaya devam edeceğim ama buraya gelme amacım gezmek değil tabii ki. O yüzden yazılarım bu okuyucumun beklediği çerçevede olmayabilir. Ben genellikle şehir merkezinde oluyorum gezmek için ve burada gördüğüm yerleri, deneyimlediğim tatları...vs yazacağım elbette.  

Slovakya'nın doğası çok güzel, ayrı. High Tatras diye bir bölgesi var genellikle doğa sporu sevdalıları bu alanda yürüyüş yapıyor ve çok tavsiye ediliyor. Ben de zamanım ve param yettiği kadar burayı ve diğer tavsiye edilen yerleri ayrıca ülke dışına da çıkıp Viyena'yı, Prag'ı ve Budapeşte'yi gezmeye çalışacağım. Hallstat'da görmeyi çok istediğim yerlerden...

Hocaların olmaması dolayısıyla dün okuldan biraz erken ayrılıp şehir merkezine gittim. Tramvaydan Billa'nın olduğu yerde inip önce akşam yemeğimi garantiye almaya karar verdim. Sırt çantamda bilgisayarım olduğu için büyük bir alışveriş yapamazdım ama akşam yapacağım kahvaltımsı atıştırma için zeytin aldım. Zeytinler bizdekilerin 3 katı filan büyüklükte ve hep yeşil zeytin satılıyor. İçi biber veya badem ile doldurulmuş... Sadece 125 gr aldım ve 2 küsur Euro ödedim. Bize göre fahiş bir fiyat. Konserve balıklar bile daha ucuz burada öyle söyleyeyim. Ancak çok lezzetliydi, burada iyi birşeyler yiyip içmek istiyorsanız, iyi ücret ödüyorsunuz. 

Şehir merkezinde oturup birşeyler içebileceğim bir yer arıyordum. Daha öncede paylaştığım fotoğraflardan görmüşsünüzdür, çeşit çeşit cafe ve bar var. Hepsinin masa ve sandalyeleri sokak aralarında sıralanmış, bu manzara bana biraz Fransa'daki cafeleri hatırlattı, biraz da Antalya Kaleiçi'ni.

Şehir meydanına doğru yürüdüm, o ara bir sokak çalgıcısına rastladım. Gitarıyla Dire Straits'den Walk of Life'ı çalıyordu, çok sevdiğim bir parça...


Meydana geldiğimde Wine Not? diye bir şarap evi vardı, yine sandalyeler yol üstünde, bir açıklık ve meydandaki havuza ve mimarisi çok güzel olan binalara bakıyor. 





Geniş bir meydan olduğu için çok ferah bir mekan burası. Wine Not?'da oturmaya karar verdim ve kırmızı şarap içmek istediğimi söyledim. Garson kız bana Dunaj (Tuna) adlı bir şarap önerdi. Tuna nehrinin bizim ailemiz için özel bir önemi var. Çünkü Tuna nehri kıyısında (Almanya'da) doğan ablamın adı da Tuna :) Bir de tavsiye edilen bir şarap olması dolayısıyla kaçıramazdım, istedim.


Şarapta inanılmaz bir ıslak ağaç tadı vardı. Şöyle söyleyeyim yağmur yağdıktan sonra bir ormanda yürüdüğünüz zaman burnunuza ağaç kokusu gelir ya, onun tadı :) Çok güzeldi yani, hayal dünyasına götürebilen bir şarap...

Sevgiler

11 Ekim 2017 Çarşamba

Çalışma ortamı ve bir istek

Okulda bilgisayar imkanlarının kısıtlı olduğundan bahsetmiştim ama hocalar yine de sizi hiç boş bırakmıyor, Türkiye'deki ilgisizlik burada yok. Lap top ile Skype üzerinden hocanızla online olarak devamlı temas halindesiniz ve devamlı oradan gönderdiği web adresleriyle öğrenmeniz gereken materyalleri size sunuyor. Ben buraya radar görüntülerinin işlenmesi konusu üzerine çalışmak için geldim. Buradaki danışman hocam bu konuda Avrupa'da söz sahibi ve bana sayısız video, kurs ve döküman şeklinde materyaller gönderdi. Konuda biraz ilerledikten sonra da uydu görüntülerini temin edebileceğim adresleri paylaştı.

Şu anda departmandaki tüm hocalar Slovakya'nın başka bir şehrinde bir kongreye katılıyorlar ve departman neredeyse boş. Pazartesi günü gelecekler ve ben bu sayede bloguma vakit ayırabiliyorum :) Burada oldukları zaman çalışma çok yoğun oluyor ve akşamüstü yorgun oluyorum. Neyse ki çalışma saatleri bizden kısa (8.00 - 16.00), hava kararmadan dışarıda biraz eğlenip yurda öyle girebiliyorsunuz.

Dediğim gibi akşamüstüleri yorgun oluyorum ve akşam sadece sosyal medya hesaplarım, kitabım ve ben başbaşa oluyoruz.


Şu an elimde gördüğünüz kitabı okuyorum, zaten buraya getirebildiğim tek kitap da bu. Hangi blog olduğunu hatırlamıyorum ama yorumunu okuyup almaya karar vermiştim, severek de okuyorum. Bunun devamı bir kitap daha var Dikenler ve Güller Sarayı ama öncesinde de bir kitap varmış, benim haberim yoktu bunu alırken...

Ben bu kitabı 1 ayda bitiririm. Gelecek ay annem 1 haftalığına buraya gelecek ve O'ndan bir kitap daha isteyeceğim. Sizden isteğim bana burada okumamı tavsiye edebileceğiniz, beğendiğiniz bir kitabı (veya kitapları) yoruma yazmanız. Bahsettiğim gibi gün içinde çok yoruluyorum ve akşam beni dinlendirecek, hafif ve eğlenceli bir kitap arıyorum, bunun gibi bir genç yetişkin romanı da olabilir.

Sevgiler

Bratislava'da Türkler'in buluşması

Merhaba, son yazımdan bu yana her şey iyi gidiyor. Artık geceleri uyandırılmıyorum. Yemek konusunda ise fikrim değişmedi hatta dün Alaturka diye bir Türk restoranın gobit dönerini yedim, o da bizdeki tadı vermedi, etinin tadı çok kötüydü.

Meyve olarak genellikle elma tüketiyorum. Burada yetiştiği için oldukça ucuz ve güzel. 2'şer 'şer alıyordum ama dün 7-8 tanesinin birarada olduğu bir poşet aldım. Süt, yoğurt çok tüketiyorum. Yine yarım litre olarak aldığım sütü dün 1 lt aldım, bulabildiğim en büyük ambalajlı meyveli ve sade yoğurt da aldım. Süt veya yoğurdu müsliye karıştırıp sabah kahvaltılarında yiyorum genellikle. Bazen gece yatmadan önce de azıcık yediğim oluyor. Hatta artık içine 1 elma da doğramayı düşünüyorum. Müsliler çok güzel ve çok çeşitli burada, bilen bilir.

Buraya gelirken yolculuk esnasında Viyena'ya giden iki kişiyle tanıştığımdan bahsetmiştim. Onlar ben buraya geldikten 2 gün sonra Bratislava'ya ziyarete geldiler. Daha ben şehir merkezine hiç gitmemiştim, onlar sabahtan gelip tüm şehri keşfetmişlerdi bile. Ben yurda form teslimi işlemleri için okuldan öğlen ayrılmıştım ki mesaj geldi. İşlerimi halledip şehir merkezine gelebileceğimi söyledim. Ayrıca hesap açmam gerekiyordu. Buraya getirdiğiniz para yurtta güvende olmuyor, bir bankada hesap açıp yatırmak ve bundan sonra alışverişlerinizi kartla yapmak iyi bir fikir. Ayrıca yurt parasını bir hesaba havale etmenizi istiyorlar, bunun için de gerekli. Banka olarak, buraya daha önce gelmiş bir arkadaşın kullandığı bir banka olduğunu bildiğim UniCredit'i tercih ettim. Aslında İngiliz bir banka, bankamatiklerini İngilizce olması dolayısıyla rahat kullanırım diye düşündüm.

Arkadaşlarla şehir meydanında buluştuk ve ben UniCredit'i bulmamız gerektiğini söyledim. Sinan tourist information'ın yerini tesbit etmiş ve oraya gidip en yakın şubesini sorduk. Tarif ettikleri yer çok yakındı, hemen gittik ve hesap açma işlemlerini konuştum. 

Buranın Viyena'ya göre çok ucuz olduğundan bahsettiler. Oradakine göre yeme, içme yarı fiyatınaymış. Havaalanında orada ne işin var tarzı konuşan Sinan, şehri gördükten sonra çok doğru bir seçim yapmış olduğumu söyledi. Merkezde biraz gezdik, bana çevreyi tanıttılar, burada en hesaplı market Billa'ymış, orayı keşfetmemi sağladılar. Sağolsunlar, ilk geldiğim günlerde benden önce şehri tanıyıp yol gösterdiler, çok iyi oldu. 

Merkezi turladıktan sonra bir cafeye oturup Slovak birası içtik, sohbet ettik. Benim içtiğim, 30 cc 3 tl idi, çook ucuz buranın birası.  


Daha sonra beni patates kızartması satan bir dükkana götürdüler. Belçika patatesi diye satıyorlar, street food tarzı bir yer, külahlarda istediğin boy alıp yürüyerek yiyorsun. Farklı sos seçenekleri var, ben acılı bir sos tercih ettim. Çok lezzetliydi ama bir daha yemem sanırım sağlığa zararlı olması dolayısıyla. Elimde patatesler, yürüyerek otobüs durağına doğru gittik. Benim tramvayım da hemen hemen onların Viyena otobüsünün kalktığı yerden kalkıyor. Daha sonra herkes kendi durağına gitmek üzere ayrıldı. Olcay (resimde en soldaki arkadaş) Viyena'da araştırmalarına başladı, Sinan (ortadaki) şimdi Türkiye'ye döndü. Kasımda tekrar gelecek ve Bratislava'yı tekrar görmek istiyor, sanırım tekrar görüşeceğiz.

8 Ekim 2017 Pazar

Burada hayat...

Gelin önce size biraz dertleneyim :) 


Türkiye'deki "off sıkıldım", "çalışamıyorum", "motivasyonum yok", "canım birşey yapmak istemiyor" lüksümü bırakacağım artık arkadaşlar, sizin de varsa nazlanmalarınız yurtdışına çıkmayı beklemeyin, bırakın. Çünkü en güzel imkanlar bize kendi ülkemizde sunuluyor. 

Keşke gelmeseymişim demiyorum, iyiki gelmişim, bu tecrübeyi yaşıyorum. Burayı anlatmaya nereden başlayayım bilemiyorum... 

Instagram'da gördüğüm yemek sunumlarıyla başlayayım isterseniz. Türkiye'de hemen hepimizin evlerinde bulunan sağlıklı, bol çeşit yemekleri burada yeme imkanınız yok. Yurtta ve üniversitede yemek çıkıyor ama genellikle gdo'lu mısır ununa batırılıp kızartılmış şinitzel tarzında. Yanına sebze istiyorsunuz bakıyorsunuzz ki brokolilerin yanında yine gdo'lu mısır taneleri...

Antalya'da üniversitemde bana verilen iyi donanımlı bir bilgisayarım var. Dolayısıyla lap top bilgisayarımı iş için kullanmıyorum, modeli de biraz eskidi zaten. Değiştirme gereği de duymadım. Burada size bilgisayar temin etmiyorlar. Benim lap top'um kullanacağım programı yüklemeye müsait değil, bir şekilde halledeceklerini söylüyorlar ama bu süreç ne kadar olacak bilemiyorsunuz.

Yurt küçücük bir oda. Arnavut bir arkadaşla paylaşıyoruz. İki kişi içinde tıklım tıkış yaşıyorsunuz, su ısıtmak bile dert. Üstelik oda arkadaşım inanılmaz dağınık. Üstüne üstlük genelde gündüz uyuyup gece uyanık olduğu için, horluyorum gerekçesiyle gece beni uyandırıyor! Bir gece içerisinde 4-5 kere seslendiği oldu. Bu gece de öyle bir bağırışı vardı ki kendimi kürek mahkumu gibi hissetmeme sebep oldu.

Antalya'da benim kapı açma kartlarım ve anahtarlarım olduğu için 7/24 üniversitedeki odamda çalışma imkanım var. Burada haftasonu gelip gelemeyeceğimi sorduğumda dekanlıktan izin almak için beklendi yarım gün sonra izin çıktı ve yine de bugün beni kapıdan içeri sokmadılar. Neyseki bölüm başkanı içeri giremezsem kendisini arayabileceğimi söylediği için telefonla hallettik ve ben şimdi okuldaki odamda daha rahatım :)

Haklarını yemeyeyim, okuldaki hocalar çok iyi. Beni evimdeymişim gibi hissettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Olur mu acaba diye sorduğum şeyleri hemen halletme yoluna gidiyorlar. İhtiyacım olan şeyleri temin etmem için izin veriyorlar ve en iyi nereden temin edebileceğim bilgisini kusursuz veriyorlar. Oda arkadaşım da insan olarak iyi. Onun buzdolabını kullanıyorum, istersem yemek yapmak için tencere ve tavasını da kullanabileceğimi söyledi. Ama gece uyandırmaları yok mu, beni çileden çıkarıyor. 

Şehir merkezini çok sevdim. Burada sık sık vakit geçiriyorum. Bu güzel şehir manzaralarıyla size bol bol dert anlattığım yazımı bitireyim. İyi seyirler...

Tuna Nehri'nde

Filitresiz Çek Birası (4 tl)

Kilise





Tuna Nehri

7 Ekim 2017 Cumartesi

Eh artık iki ay Bratislava'dayım

Burada güneşin ara ara yüzünü gösterdiği bulutlu ama haftasonu olması dolayısıyla renkli bir günden günaydın! 

Bratislava günlerim başladı, hatta 1 haftayı doldurmama az kaldı. Daha önce bahsetmiştim, o yazımı okumayanlar için; Slovak Teknoloji Üniversitesi'nde araştırma yapmak üzere 2 aylığına Erasmus yoluyla buraya geldim.

Antalya havaalanında beni annem yolcu etti ve ayrılık çok zor oldu. Uçuş kontrolünden geçtikten sonra anneme uzaktan son bir el sallayıp giderken gözyaşlarına boğuldum. Nasıl bir ağlama anlatamam hüngür hüngür, tutamıyorum kendimi bağırtılar çıkarıyorum. Bir kız yanıma geldi bana su almak istedi, susmak zorunda kaldım ama kendimi tutmak için çok zorladım. Kıza teşekkür edip kahve almaya gittim.

Antalya'dan İzmir'e indik önce, Adnan Menderes havaalanına adımımızı atar atmaz bir hostes transit yolcular için havaalanı içinden yolu tarif etti. Ben ve iki kişi daha tarif ettiği yeri aradık ama bulamadık. Onlardan biri havaalanını biliyormuş, bizi bir şekilde pasaport kontolünden geçilen yere ulaştırdı. Hemen pasaportlarımıza çıkış damgasını alıp, çantaları X rayden geçirdikten sonra transit salona geçtik. Bu arada biraz sohbet edip ayrıldık, sonra civarda dolaşırken karşılaşıp oradaki bir cafede beklemeye başladık. Arkadaşlardan biri tıpla ilgili bir konuda 3 aylığına araştırma yapmaya Viyena'ya gidiyormuş diğeri de O'na eşlik etmek, O'nu oraya yerleştirmek amaçlı turistik olarak gidiyormuş. Bu arada Bratislava'ya  uçmak çok dolaylı olduğu için çok pahallı. O yüzden Viyena havaalanından otobüse binip Bratislava'ya ulaşmak en iyi seçenek. Eşlik eden arkadaş tıp fakültesinde akademisyenken ayrılıp inşaat işiyle uğraşmaya başlamış. Çok para kazanmaya başlamış ki geziyor ;) Birbirimizin telefon numaralarını kaydettik, Bratislava'ya ziyarete gelebileceklerini söylediler...

Havaalanında bagajları aldıktan sonra ayrıldık, ben otobüse binip Bratislava şehir merkezine geldim. Yurda nasıl ulaşacağımı emaille tarif etmiş oldukları için yolu kolay buldum. Yanlız tek şanssızlığım, bavulumun tekerleğinin birinin parçalanmış olmasıydı. Bunu Antalya'da havaalanına giderken farketmiştim ama yapacak birşey yoktu. Valizi sürüye sürüye tramvay durağına geldim ancak alt kısmı sürüdükçe parçalanıyordu. Yurt durağında tramvaydan indikten sonra yolu sorduğum bir öğrenci de aynı yurda gidiyormuş ve beni de götürdü, ayrıca baktı valiz parçalanmak üzere taşıdı yurda kadar sağolsun. 

Viyena'dan Bratislava'ya geldiğinizde Tuna nehri karşılıyor sizi.


Diğer yazılarımda kaldığım yerden devam edeceğim. Sevgiler