Bloglarımıza sayısız yazılar yazıyoruz, sayısız kitap okuyoruz ve bir hikaye olsun yazmak, bununla bir yarışmaya katılmak aklınızdan geçmedi mi? Benim geçti... Hatta belki bir kitap bile yazabilirim düşüncesiyle bir Yazarlık Atölyesi'ne bile katıldım. Geçmiş yazılarım içerisinde bu konudan bahsetmiş, ödevlerimi burada da paylaşmıştım. Bir hikaye yarışmasına katılmayı ise kafaya koyup, hikayemi teslim gününe kadar bitiremedim ama benzer ilanlara merakla yaklaşıyorum.
Yazarlık Atölyesi'nden arkadaşlarla bir WhatsApp grubumuz var ve konuyla ilgili yazıları paylaşıyoruz birbirimizle. Ha bir de şiirlerimizi... Yazarlık konusunda bırakmadığımız ortak noktamız: Şiir yazmak :)
Atilla İlhan'ın Bir Romancının "İtirafları" yazısını da grupta paylaştım. Uzun bir yazı,buraya hepsini aktarmaktansa önemli yerlerinden alıntı yapacağım. Belki birilerinin içinde yazarlık hevesi uyandırabilirim :) Bu arada yazarı çok sevdiğimi söylememe bilmem gerek var mı :)
"Benim romancılığımda 'Kahraman' işi çok önemli! Nasıl oluyor bilmiyorum; çeşitli kişilerden toplanmış izlenimler, zamanla bir bileşim (daha doğrusu, acaba 'bileşke' demek mi) oluşturuyor; bir bileşke gittikçe 'fizik' nitelikler kazanıyor, o kadar ki oluşma süreci tamamlandıktan sonra, o kahraman benimle birlikte yaşayacağı olayların anaforuna dalıyor. Demek ki her kahraman tanışılmış, birlikte yaşanmış, en azından çok iyi gözlenmiş birkaç tipin bileşkesidir; birisinin toplumsal/sınıfsal konumu, ötekisinin bireysel/cinsel diyalektiği, berikinin fizik nitelikleri bu bileşkenin içinde erimiş, yeni bir kişiliğin doğmasına neden olmuştur! Ama bir kere bu gerçekleşti mi composant'lar yiter artık, yaşamaya başlamış olan 'kahraman' kendi kişiliğini edinmiştir, kendi 'biyografisini' sürdürür...
Yanlız en çok dikkati çeken, çoklarınca gerçek olmayacak, ya da yazarın imgeleminden uydurulmuş abartma bir tip sanılan Hayrun'un (Hayrunisa Bayraktar) dizi içinde gerçekten aynen aktarılmış tek kişi olmasına ne buyrulur? Kahramanların hepsi çeşitli tiplerden bileşimler ya, Hayrun bu kuralın dışında kalıyor, zira böyle bir insan İstanbul'da gerçekten yaşadı. (Önce Beyoğlu'nda rastladım, vitrinlere bakıyordu) 'Efendiden bir adam' sandım, arkadaşım O'nu gösterip 'Nasıl bulduğumu' sormuştu çünkü, fikrimi söyleyince güldü 'erkek kılığında yaşayan bir kadın' olduğunu açıkladı. Şaşırdım. Romanımda Suat'ın annesine buna yakın nitelikler vermek niyetinde olduğumdan mı nedir, tip beni ilgilendirdi, gazeteci damarımı uyandırdı: Düştüm ardına, günlerce kimdir, nedir, nerede oturur araştırdım; sonunda Boğaz'da oturduğunu, Osmanlı sadrazamlarından birisinin torunu olduğunu, yalısında 'küçük bir haremle' beraber yaşadığını öğrendim. Herşeyimle apaçık bir adamım ya, ilk yaptığım 'harbice' telefon etmek oldu: Kim olduğumu açıklayıp, amacımı belirterek yardım istedim; cevap sunturlu bir küfür, telefonun suratıma kapatılması! O zaman ne yaparsın, postu evini civarında bir kahveye serip gelenden, gidenden bilgi derler, 'kadının' yaşantısını gözlersin!
Fransızların bir sözü ünlüdür 'gerçek çoğu zaman tasarımı aşar' derler, Harun tipinde durum tamamen bu! ...
Romanın yazacağım bölümü hangi tarihsel zaman parçasına denk düşüyorsa, önceden o döneme ilişkin kitapları sıkıca okuyorum, alıntı yapılacaksa sayfanın kenarını kıvırıyorum, ötesi yine belleğin çalışmasına kalıyor; kahramanların yaşantısı bence bilindiğine göre, iş bu yaşantısının o tarihsel çerçeve içine yadırganmayacak bir biçimde oturtulmasına bağlıdır, bu da zor olmuyor çok. Asıl zor olan, benim büyük çözüm adını verdiğim genel bileşim, yakın tarihimizin bütününü toplumsal açıdan çözümlemek, bundan içinde kahramanların yüzdüğü tarihsel bir bileşime gidebilmek! Bunu yaptıktan, yakın tarihimizin gelişmesini toplumsal bir yöntemle yerli yerine oturttuktan sonra, sınıfsal konumları önceden belli kahramanların, gerek toplumsal ve siyasal, gerek bireysel ve cinsel yaşantılarını kestirip yazabilmek, o kadar güç olmuyor."
Yazarlık kariyerinde şimdi veya daha sonra adım atabilmemiz dileklerimle. İyi haftalar :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder