Günaydınlar :) Ben önceden bir Yazarlık Atölyesi'ne katılmıştım, burada da bahsetmiştim. Hatırlayanlar olabilir... Oradan arkadaşlarla Whatsapp grubu kurmuştuk ve irtibat halindeydik. Atölye bittikten sonra kimse hedeflediği yazarlığı yapamadı. Kısa bir süre önce bu sefer kendi kendimizi eğitmek üzere toplanmaya karar verdik. Herkesin elinde yazar olmak ile ilgili materyaller var, Google da araştırma yapan var. Ayrıca aramızda bir internet gazetesinin köşe yazarı var. O'nun öncülüğünde bir ön buluşma yapıldıktan sonra herkesin 30 Ağustos'a kadar bir öykü yazması istendi.
Ben de öykümü tamamlayıp Facebook grubumuzda bu arkadaşlarla paylaştım. Tabii burada da paylaşmak istedim, iyi okumalar :)
Okuma hevesi
Okulların açılmasına iki hafta
vardı ve Burcu ilkokul bire başlayacaktı. İçindeki korku ve heyecan karışımı
his günlük hayatına yansımış, hareketlerine çabukluk getirmişti. Hafta sonu
annesiyle çarşıya çıktılar. Önlükleri denerken sıcak basmış, terlemişti ama hiç
şikâyeti yoktu. Aynadaki görüntüsüne bakarken gözlerinde bir pırıltı dolaşıyor,
neşeyle devamlı annesine yorumlar yapıyordu. Önlüğe ve uygun bir yakaya karar
kıldıktan sonra kendine farklı minik desenleri olan beyaz çoraplar seçmeye
koyuldu. Coşkusunu annesine de bulaştırmıştı, anne-kız neşe içinde alışverişi
tamamlayıp mağazadan çıktılar.
Burcu annesinden ayakkabı da istemişti. Geçen seneki ayakkabılarını giymek istemiyordu, yeni bir öğretmeni, yeni arkadaşları olacak, hayatı hepten değişecekti. O yüzden hiçbir detayı atlamadan özen göstererek hazırlanıyordu. Birkaç ayakkabıcı gezilerek birçok ayakkabı denendi, annesiyle birlikte kırmızı bir ayakkabıda karar kıldılar.
Burcu tüm yeni eşyalarını gözden
ayırmamak için çekmecelere kaldırmak yerine ablasıyla kaldığı odasının çeşitli
yerlerinde sergiliyordu. Ablası bu durumdan rahatsız olsa da kardeşine kızmaya
kıyamıyor, ses çıkartmıyordu. Sadece eşyalar olsa iyi, kardeşinin devamlı
okulla ilgili soru soran, kıpır kıpır ve konuşkan halinden bezmişti. Ne zaman
anne ve babasına kardeşini şikayet etmeye kalsa, “O, küçük” diyerek
susturdukları için, artık buna da yeltenmiyordu, biraz kendi içine kapandığı
söylenebilirdi.
Sonunda okulun açılmasına bir gün
kaldı, Pazar akşamı geldi çattı. Akşam yemeğinin ardından biraz televizyon
izlendi ve sonra annesi Burcu ve ablasını yatağa gönderdi. Burcu biraz
gözlerini kapatıp hayal kurduktan sonra uykuya daldı. Rüyaları da mutluluk ve
heyecan doluydu, kendisini dedesinin çiftliğinde kırlarda dolaşırken buldu.
Ağaçların arasında sarı ve beyaz kelebekleri kovalıyordu. Zarar vereceğinin
bilincinde olmadan doğaya dokunmayı çok severdi, şimdi de kelebeklere dokunmaya
çalışıyordu. Alçakta bitkilerle oynaşıp ne kadar da hızlı yükseliyorlardı. Bir
tanesini kovalarken rüyasında kolunu uzattı, kendini hızla havaya fırlattı ve
güm! Uyuşukluk hali devam ederken birden uyandı, bedeninde şiddetli bir ağrı
hissetti. Ranzanın üst katından düşmüştü!
Korku ve acısından çığlık çığlığa
bağırmaya başladı, ev ahalisi yataklarında korkudan zıplayıp yanına koştu.
Burcu yerde, yüzü kıpkırmızı olmuş, ayak bileğini tutarak ağlıyordu. Herkesten
hafif bir inilti çıktıktan sonra babası bileğine özen gösterip kızını
kucakladı. Annesi yüksek sesle kızını yatıştırmaya çalışırken, ablası ağlamaklı
“Burcu’cuğum!” diyerek derin bir nefes verdi.
Gün ağarmaya başlamıştı, babası
Burcu’yu yatağa yatırıp bileğini fazla oynatmamasını tembihledi, kırık veya
çatlak olabilirdi. Sabah olunca hastaneye gideceklerini söyledi. Burcu
duyduklarına inanamadı, yarın sabah gideceği bir yer varsa o da okuluydu.
Birden tüm acısı geçmiş gibi ciddileşti “Ben yarın okula gideceğim!”
Annesiyle babası sabah önce
hastaneye gitmeleri gerektiğini, tedavisi erken biterse okula gidebileceğini
söylediler aynı ciddiyetle. Burcu o kadar çok üzülmüştü ki şimdi hiç sesi
çıkmadan, kesik kesik nefes alıyor, kırmızı yanaklarından oluk oluk yaşlar
dökülüyordu. “Lütfen babacığım ben yarın okulun ilk gününü kaçırmak
istemiyorum” dedi bitkince.
Babası kızını o halde görmeye
dayanamayıp “Acile gidiyoruz” diye bildirdi. Ablasını evde bırakıp en yakın
hastanenin acilinde soluğu aldılar. Doktor şişmiş bileğini, eliyle ovuşturup
muayene etti, Burcu acıdan bir çığlık attı. “Röntgen çekilmesi lazım, çekimler
saat 9.30’da başlıyor” dedi. Burcu doktoru cana yakın bulmuştu, “Ama o saatte
benim okulda olmam lazım, yarın okula başlıyorum” dedi hırpalanmış vaziyette.
Ardından babası da kızının okulun ilk günü için ne kadar heyecanlı olduğuna
dair kısaca sohbet etti doktorla.
“Zaten sabaha ne kaldı” dedi
doktor “Ama istiyorsanız üniversite hastanesinde 24 saat röntgen çekimi
yapılıyor oraya gidin”. Üniversite hastanesi şehrin öbür ucundaydı, saat 7’ye
geliyordu, Burcu’nun ise 8.30 da okulda olması gerekiyordu.
Babası kızını kucakladığı gibi
annesiyle birlikte arabaya koşturdu. Hastaneye vardıklarında evrak işlerini
annesi telaşla hallederken, yerini öğrendikten sonra babası Burcu’yu röntgen
odasına çıkardı. Röntgen çekilip sonucunun doktora gösterilmesi 8’i buldu,
neyseki kırık veya çatlak yoktu sadece burkulmuştu. Hemşireler ağrı kesici ve
şişlik giderici kremler sürüp ayağını sargı beziyle sardıktan sonra Burcu’yu
taburcu ettiler.
Eve dönünceye kadar saat 8.45’i
bulmuştu, Burcu hastaneden eve giderlerken öğrencilerin Andımız’ı okuduklarını
hayalinde canlandırdığı anda gözleri tekrar doldu, hafif ateşi çıktı.
Hastaneden eve girdiğinde telaşla ablası önlüğünü giydirdi, yakasını taktı.
Annesi karmaşık saçlarını taramak için fırsat kolluyordu. Kırmızı
ayakkabılarını giyemeyecekti. Bir ayağı sarılı, bir ayağında beyaz çorapla
terliğini giydi, yürürken topallıyordu. Morali bozuk, acınası bir haldeydi.
Saat 9’da okulun kapısına
geldiler, bahçeden bir uğultu geliyordu. Arabadan inip hızlı hızlı bahçe
kapısına doğru topallamaya başladı. İçeri girdiğinde sağda düzgün sıra olmuş
abla ve ağabeylerini gördükten sonra kendi gibi acemi 1. sınıfların darmadağın
durduğunu fark etti. Öğretmenlerinin ikaz düdüğünü duyunca henüz hiçbir şeyi
kaçırmadığını anladı. O an derin bir “Oh” çekti, yüzü gülmeye başladı. Anne ve
babasını hatırladığı an arkasını döndü, uzaktan O’na el sallıyorlardı. O da yüzünde
kocaman bir gülümsemeyle el salladı, dönerken öğretmeni omzuna dokundu,
yüreğini ısıtan bir ses tonuyla: “Gel çocuğum”…