27 Şubat 2019 Çarşamba

Anadolu Nefesli Beşlisi konseri

Dün akşam konserdeydim, gündüz saatlerinde bilet konusunda ufak bir kriz yaşansa da sonrasında sorun çözüldü. Bu konsere bir arkadaşım daha bilet almış, onunla gelecek arkadaşımız sağlık sorunlarından dolayı iptal edince bana sordu, "ben zaten geliyorum, iki kişilik biletim var" deyince onun boşta kalan biletini başka bir arkadaşıma ayarladım. Benimle gelecek olan arkadaşım da sudan bir sebepten iptal etmez mi! Bu sefer benim bir biletim boşta kaldı, neyse iki telefonla hallettim. Bana önceden söz verip sonra başka arkadaşlarıyla program yaptığını söyleyen arkadaşıma başta çok kızsam da, benim de benzer davranışı O'na karşı sergilediğimi hatırladım. Her zaman beni şiir gecelerine davet ederdi, ben de "tamam" deyip genelde gidemezdim. Orada başka arkadaşlar da olduğu için gelemeyeceğimi de haber vermezdim. Sanırım benim bu rahatlığıma karşı bana bunu yaptı, affettim hemen bunu hatırlayıca :)) zaten küs kalamayacak kadar çok seviyorum.


Grubu kısaca tanıtayım:

Flüt: Cem Önertürk
Obua: Ufuk Soygürbüz
Klarinet: Kıvanç Fındıklı
Fagot: Ozan Evruk
Korno: Hüseyin Uçar

1800'lü yıllardan başlayıp 1900'lü yılların sonlarına kadar Paris-İstanbul arası sefer yapan bir tren varmış, adı L'orient Express. Pek çok Avrupa ülkesine uğruyormuş bu tren ve İstanbul'a kadar toplam 81 saat kadar sürüyormuş yolculuk. Konserin teması, bu trenin uğradığı ülkelere ait bestelerin çalınmasıydı. Eserleri dinlerken bu trenin seferleri esnasında çekilmiş siyah-beyaz videoları da izledik. Konserin bir tema dahilinde gerçekleşmesi, en ilgi çekici yanlarından biriydi bence. Sanırım çalgılar nefesli olduğu için eserler kısa bestelenmişti, seçtikleri her besteciden 3-4 parça çaldılar.  En son çaldıkları eser, İstanbul'a ait parçalardan "Üsküdar'a Gideriken" di, çok alkış aldı. Grup üyelerinin işlerini severek yaptıkları her hallerinden belliydi, heyecanları tüm salona yansıdı, grubun enerjisini çok sevdim. Konser bittiğinde salon yıkılıyordu, bu alkışın birazını da tiyatronun almasını istediğim içimden geçti açıkçası. Yazısını da yazdığım, izlediğim son oyun neredeyse hiç alkış almadı, oysa oyuncular iyi bir performans sergilemişlerdi.

Neyse konsere dönelim, masalara dağıtılmış olan konserle ilgili broşürlerden biraz bilgi vereyim. Anadolu nefesli beşlisi grubu'nun amaçlarından biri de geleneksel müzik kültürümüz içindeki ezgileri modern batı enstrümanlarıyla buluşturmakmış. Bu konserin kapsamına dahil değildi ama grup ayrıca Anadolu'nun zengin geleneksel müziklerinden derlenen türkülerini, aşıklarımızın deyişlerini yeni bir anlayış içinde yorumlamakta ve binlerce yıl öncesinden gelerek hala devam eden geleneksel müzik kültürünün, acılarla ve sevinçlerle harmanlanmış eşsiz örneklerini repertuarlarında bulundurmaktaymış, grubu izleme fırsatı bulanlara iyi seyirler...

25 Şubat 2019 Pazartesi

Tahtalı teleferik, Ulupınar, Olimpos gezimiz

Geçen pazar uzun bir aradan sonra günübirlik bir tura kaydoldum. Gitmek istediğim bu turun, her zaman yaptığım gibi, etkinlik bağlantısını birkaç arkadaşıma gönderip, haber verdim ancak kimseye uygun olmayınca tek başıma katıldım. Aslında biraz tek başıma kalmak istiyordum, yeni insanlarla da tanıştım, iyi oldu böyle :)

Kemer'de yer alan Tahtalı dağına 8 yıl kadar önce İsviçreliler tarafından 80 kişi kapasitesinde bir teleferik yapıldı. Yapılması esnasında doğa tahrip edildiği için dağcı ve yürüyüşçülerden tepki almıştı ki tepkili olanlardan biri de bendim ve uzun süre binmeyi düşünmedim. 


O günkü düşüncem ise teleferiğin yeterli derecede sağlam olmayabileceği ve binmemekti ancak rehberimiz teleferiğin yedek halatlarla bağlı ve oldukça güvenli olduğunu söyleyince fikrim değişti. Böylece 726 m. den 2365 m.ye grupla birlikte zirveye çıktım. 



Zirvede 1 saat serbest zamanımız vardı, fotoğraf ve videodan görüneceği gibi yer ve gök bembeyazdı. Bunun sebebi bulutların içinde olmamız ve buranın karla örtülmüş olmasıydı. Adeta bir masal dünyasının içindeydik ancak bu duruma fazla maruz kalmak insanı ürkütüyordu. Dolayısıyla zirvede bulunan binanın içindeki kafeden büyük bir kahve alıp kitabıma göz atmaya başladım, hafif bir kitap olduğundan zirvede olmanın da etkisiyle keyifli zaman geçirdim. Ardından Antalya civarının meşhur, bol bol suların aktığı Ulupınar'ında alabalık yedik. 


Oradan Olimpos Yanartaş'a çıkıp kayaların içinden yanan taşlara bakıp buranın efsanesini dinledik, sonra ben yandaki çimlere uzandım. O ara yanımda fotoğraf çeken iki bayanla tanıştım ve dağdan sohbet ede ede indik. Diğer durağımız Olimpos antik kenti idi. Buraya giriş ücretini yüksek bulup civardaki pansiyonların açık olan birinin kafe'sine oturduk, yanyana uzanan bir kayalık zirve ve bir dağa karşı çay ve kahvelerimizi yudumladık. Bol bol sohbet edip dağların güzelliğinin meditatif etkisiyle dinlendik, derken bir farkettik ki dönüş zamanı gelmiş... Her anlamda doyurucu, çok keyifli bir gün geçirip, yüzümüzde gülümsemeyle evlerimize döndük.

23 Şubat 2019 Cumartesi

Godot'yu Beklerken'i Beklerken Oyunu

Bugün Erasmus dil sınavı vardı, ben bu sınavı unutup aynı güne matine tiyatro bileti almışım, o kadar ciddiyim(!) yani, sınav sabah olunca sorun olmadı gerçi. Ben büyük ihtimalle Erasmus ile gitmem cebimde bulunsun diye davranınca sınav daha iyi geçti, 100 alabilirim o derece:))

Antalya yağışlı bugün, anneciğim bu havada evden çıkıp benimle tiyatroda buluştu. Başta halinden memnundu aslında ama tiyatro izlerken sıkılınca esnemelerini ve iç geçirmelerini oyuncular duyacak diye ödüm koptu, üçüncü sıradaydık çünkü...


Samuel Beckett'in yazdığı Savaş Dinçel'in başrolde oynadığı Godot'yu Beklerken'i yıllar önce İstanbul Devlet Tiyatro'sunda izlemiştim. Bu oyunda iki arkadaş otobüs bekler gibi yanyana oturup hiçbirşey yapmadan bekliyorlardı. Bu pozisyonda birçok kereler görüyorsunuz onları ve biri diğerine "neyi bekliyorsun?" diye sorduğunda diğeri, "Godot'yu bekliyorum" diye cevap veriyor ve bu soru ve cevap birçok kere tekrar ediliyor. Burada verilmek istenen mesaj, birşeyler yapmak için hep ama hep sebepsiz yere beklememiz. Pasif durmamız ve kaybolan geniş zaman dilimleri...


Burada da bir tiyatroda sergilenen "Godot'yu Beklerken" oyununun sahne arkasında iki yedek oyuncunun yaşadıkları anlatılıyor. Hayatları boyunca görülmeyi, keşfedilmeyi bekleyen ama hep görünmez olarak kalmaya mahkum olmuş, tiyatro ve sanat sevgisiyle ayakta durabilen ama çelişkiler içinde devinen kısaca "tutunamayan" iki karakter...


Aslında sahnede olanlar da bekleme durumunda, yani asıl oyuncu olarak bekleme durumunda olmayı bekleyen yedek oyuncular, gerçek hayatta da böyle değil mi? Hep birşeyleri yapmak için ertelemiyor muyuz, hep daha ileri bir tarihe atıp bekliyoruz. İdarecisi, mühendisi, mimarı, işçisi, odacısı kim olduğu farketmez... 

Benim size anlattıklarım oyunun ana fikri ancak bu mesajı almak için oyunu baştan sona izliyorsunuz, sonunda bu çıkarımlar netlik kazanıyor. İzlerken pek sıkılmadım ama gereksiz tekrarlar ve diyaloglar olduğunu  düşündüm. Belki bunu hap gibi bir anda almak bu kadar etkili olmazdı, bu şekilde oyun bitince düşünecek şeyleriniz oluyor, kendi hayatınızı sorguluyorsunuz. Bu durumun da sizi adım atmaya zorlaması kaçınılmaz sanırım.

Tavsiye ediyorum, yaşadığınız şehire Godot'yu beklerken veya bu oyun gelirse gidin derim. 

19 Şubat 2019 Salı

Afife Modern Balesi

Boş zamanlarımı verimli kılmak adına bu ay özellikle şehir merkezinden uzak olan binasının gişesine giderek Antalya Devlet Opera ve Balesi ve Antalya Devlet Tiyatrosu'ndan bilet aldım. Bir bale, bir konser ve bir tiyatro buldum uygun olduğum zamanlar için. 




Herbirine ikişer bilet aldım. Yanıma arkadaş bulamazsam annemi götürmek için, aslında benim ilk tercihim annem ama O yanıma birini bulamazsam gelmeyi tercih ediyor. Ben de bir arkadaşıma sorduktan sonra annemi aldım yanıma :)


Gitmeden önce Afife Jale'nin etraflı bir biyografisini okudum. Ne de olsa dansların anlamlarını takip etmek gerekiyor. Afife, cumhuriyet dönemi öncesinde yaşamış, tiyatro sahnesine çıkan ilk müslüman kadın, hakkında ayrıntılı bilgi edinmek istiyorsanız BURAYA lütfen. 


Konuya, bale anlatımı üzerinden devam edeceğim, önce kuzeni ve arkadaşlarıyla evde kendi aralarında tiyatro oyunları oynuyorlar, böylece tiyatro sevgisi aşılanıyor Afife'ye. Daha sonra bir tiyatroda görev alıyor ama devamlı askeri denetimin baskısı altında burası. Bir oyun esnasında askerlerden kaçıp eve gidince bir de babası tarafından hırpalanıyor ve kısa bir süre ara veriyor tiyatroya. 


Selahattin Pınar ile büyük bir aşk yaşayarak evleniyor, balede o dönemleri izlerken Türk Sanat Müziği eserleri dinledik orkestradan. Ancak tiyatoda yaşadığı olumsuzluklar şiddetli baş ağrılarına sebep olmuştur ve doktoru morfinle tedavi etmiştir Afife'yi, fakat bağımlı olmaktan kurtulamaz. Kocasıyla şiddetli tartışmalara girip ayrılır daha sonra.

Hayatının son dönemlerini kendi isteğiyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde geçirmiş. Oradaki bakıcılarını yazılarında gölgeler olarak tanımlamış, balede de baştan itibaren burada geçirdiği günlere ara ara gidiliyor, siyah giyinip siyah peçe takmış "gölgeler" ile danslarını izledik ara ara. Daha sonra kuzenin ziyaretine gelmesi ve ardından ölümü ile eser sonlanıyor.

İzlerken yaşadığı dramın etkisi altına girip üzüldüm ama sanatçımızı yakından tanımak benim için büyük bir kazanım oldu, danslar da inanılmaz akıcı ve uyumluydu. İzleme fırsatı bulursanız kaçırmayın.

15 Şubat 2019 Cuma

On binlerce kağnı - Fakir Baykurt

Fakir Baykurt'un 2-3 sayfalık öyküleri yer alıyor bu kitabında. Köylünün ağızından yazılmış, köy yaşamını anlatıyor. Köy hayatı zordur; köylünün sırtındaki ağır işler, ağalık düzeni, sömürü, cahillik, acımasızlık, dedikodu gibi her türlü olaya değinmiş yazar. Bazıları kurgu olabilir ama çoğu kulaktan kulağa yayılmış ve yazar tarafından kaleme alınmış bence bu öykülerin. Bazıları ders verir nitelikte...

Şu ünlü "Ben sana paşa olamazsın demedim, adam olamasın dedim!" sözünün öyküsü de Fakir Baykurt'a aitmiş, bu öykü de kitapta mevcut.


Kitap köylünün yaşantısını çok güzel aksettiriyor, biraz içiniz buruluyor okurken ancak şehirlinin bilmediği bir dünya ve çok renkli, zihinde haz bırakıyor. İnsanların bizim gibi sanal dertleri olmadığını, gerçek bir yaşam mücadelesi verdiklerini hissediyorsunuz, tavsiye ediyorum.

14 Şubat 2019 Perşembe

Sevgililer günü

Benim arkadaş çevrem mi yaşlandı, aşkı, sevgiyi çocukla bağdaştırmak adet mi oldu, yoksa ben bir ara yokken aşk yok sayılıp ikinci plana mı atıldı? Nedense bu sene sosyal medya 14 Şubat kutlamaları açısından çok zayıf, bana gelen mesaj da öyle. Sokakta ise durumu farklı gözlemliyorum. Ellerinde birer kırmızı gül, yurdum erkeği kadınına vermeye gidiyor :)

Benim Sevgililer günü kutlama mesajım bir şiir oldu, şarkı olarak da biliyorsunuz. Özel olmasına özel ama ben bunu paylaşarak sizin ve kalbinizdeki ya da hayatınızdaki insanın sevgililer gününü de  kutlamak istiyorum. 

Aslında hayatta tek sevgilimiz aşık olduğumuz kişi değil. Sevgili, çocuk, anne, akraba veya arkadaş, kalbinizde sevgisini taşıdığınız, hayatınızı paylaştığınız herkes ile sevgililer gününüz kutlu olsun.


Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni “Yaşıyoruz çok şükür!” der gibi.

N. Hikmet
Ek alan

6 Şubat 2019 Çarşamba

Kendi Kendimle Mim - 2019

Bir mim yazısıyla tekrar merhaba, hemen sorulara geçiyorum, umarım hepimiz için keyifli olur ;)

* Bilgisayarın üstündeki masaüstü görüntün ne?

Bilgisayarımın teknik servisi tarafından yüklenmiş, belli aralıklarla değişen doğa manzaraları. Çok sevdiğim için değiştirmeyi hiç düşünmedim :)


* Bir kafeye girdiğinde genellikle ne sipariş verirsin?

Yurtdışında kafelerde alkollü içkiler de var, Bratislava günlerimde şarap ve pasta idi, burada da olsa keşke diyorum zaman zaman. Az şekerli türk kahvesi ve pasta, sütlü tatlı veya sadece kahve.

* Google'da aradığın en son şey ne?

"akdeniz üniversitesi otomasyon" Yine Erasmus için İngilizce sınavı başvurusu yaptım, gider miyim bilmem ama başvuru formunda yazmak için not ortalamama baktım.

* Mesajlaştığın veya konuştuğun son insan kim?

Hem mesajlaştığım, hem de konuştuğum son insan annem.

* Tiyatroya en son ne zaman gittin?

Çook uzun zaman oldu, 3-4 sene önce gittiğim İbiş'in rüyası son izlediğim tiyatroydu.

* Sinemaya en son ne zaman gittin?

Geçen sene, Arif V 216'yı izlemiştik.

* Hangi diziyi herkes izlemeli?

Hiçbirini, son günlerde çok nadir de olsa dizi izlediğimde zaman kaybı olduğunu içimden geçirmişimdir.

* En son hangi tür müzik dinledin?

Youtube'daki relax, study, calming, reading müziklerini çalışırken dinlerim. En sonuncusu coffee jazz music ti sanırım, ekranında bir kahve fincanı vardı.

* Seni en çok ne çıldırtır?

Beni tanımadan sadece sosyal medyada takip ederek hakkımda yargıya varan insanlar, özellikle liseden tanıdıklarım bu listeye dahil. Samimi olduğum birkaç arkadaşım dışında diğerleri sadece aynı okulda okuduk takibe alıp hakkımda verdikleri gayet taraflı yargılarıyla yaşarlar.

* Ne zaman uyanırsın?

Arazi çalışmamız olduğunda sabah 6'da, okulda işim varsa 7'de, rahat bir günümse 9, hatta 10'da.

* İnternetteki ilk adın neydi?

Eski nicklerimden biri Brightoceans dı. Şu an aklıma gelen bu oldu.

* Favori emojin nedir?

Sanırım en çok öpücük emojisini kullanıyorum 😘, pembe çiçek 🌸ve üst üste iki kalp 💕de favorilerimden.

*Kedi mi köpek mi?

Aynı evde birer tane. Daha önce kedi besledim, uygun bir ortam olursa bu sefer birer yavru kedi ve köpek alıp birlikte büyütmek istiyorum.

* Kuzey mi güney mi?

Çok sıcak ve çok soğuk rahatsız edici olabiliyor, mümkünse orta enlemlerde bir yer.

* İstanbul ile ilgili en sevmediğin şey?

Üniversite bittiği gibi kendimi kalabalıklar içinde yanlız hissetmem. Bir de üstüne trafik çilesi, hiç çekilmez bu yaştan sonra.

* Kafanda genel olarak ne olur?

Hiçbir şey kafamda uzun süre takılı kalmaz. Konulara kısa kısa yanıtlar bulup kapatırım, genellikle uğraştığım işe odaklanırım, kendimi uzun süre meşguliyetsiz bırakmam.

* Bu soruları cevaplamadan önce ne yapıyordun?

İngilizce sınavı başvurusu ve kendi zevkime göre demlediğim çayı içiyordum.

* Yıl içindeki en favori günün hangisi?

Doğumgünüm, devamlı kutlama mesajlarına cevap veririm ve sonraki haftasonu arkadaşlarımla biraraya gelip kutlarız.

* Son olarak bir sırrını paylaş

Bir çocuğum olsun istiyorum, uygun imkan ve koşulların biraraya gelmesiyle bunun için hevesim artar diye düşünüyorum. 

Kendime karşı yarattığı farkındalık açısından faydalı oldu benim için bu mim, isteyen herkesi soruları cevaplamak üzere davet ediyorum, sevgiler :)

4 Şubat 2019 Pazartesi

Ten Ten'in Maceraları

Bugünlerde bir kitaba kaptırıp gitmek oldukça zor oluyor benim için. Hava ılıdı, dışarıda pırıl pırıl davetkar bir güneş varken, üstelik spor yapmaya çok ihtiyaç duyuyorken boş zamanlarımı kapalı mekanlarda geçirmek zorlaştı benim için. Sabah otobüste işe giderken okuyabiliyorum ve uzun süredir aynı kitabı elimde dolandırıyorum. 

Yorgun argın eve gelince yemekten sonra mısır patlatıp kanepeye uzanarak film izlemek bana daha cazip geliyor bu günlerde, böylece film izleyemiyorum söylemlerimi de ardarda üç film yorumu yazarak yemiş oluyorum :)


Ten Ten'in Maceraları animasyonu bence diğer maceralarıyla devam etmeli ama sanırım sadece Tek Boynuzun Esrarı film haline getirilmiş. 


Film Ten Ten'in bir sokak satıcısından gemi maketi almasıyla başlıyor. Bu, Kaptan Hadok'un büyük babasının gemisinin maketidir, üç tane yapılmıştır ve her birinde gizli bir hazineye ait bir not bulunmaktadır. Hazinenin peşinde olan başka biri daha vardır ve bunu ele geçirmek için hiçbir kötülükten kaçınmaz.


Bu filmde Ten Ten Kaptan Hadok'la yeni tanışıyor ve hemen ardından aksiyonu hiç eksilmeyen bir maceraya dalıyorlar. Bildiğimiz tüm tanıdık dostlar var, Düpond ve Düpont da dahil olmak üzere, sanırım sadece Profesör Turnusol yok.

Filmi bir oturuşta bitiremedim, üç gece parça parça izledim ama yine de zevk aldım, çocukken favori çizgi romanımdı zaten. Daha önceden de izlemiştim ama sadece başını hatırladım, unutmuşum. Film bana iyi geldi, gençlik yıllarımı hatırlamak güzeldir. İzlemeyi  düşünürseniz buyurun fragmanına:


İyi haftalar!